Türk egemen sınıfları çok boyutlu, derin ve baş edemediği bir siyasi kriz içindedir. Bu krizi hafifletme adına yapılan her müdahale ise adeta “su yerine benzin etkisi” yaratan bir durum oluşturmaktadır. Emperyalistlerin Türk egemenlerine yönelik homurdanması, iç siyasette karşılığını bir iç boğazlaşma şeklinde göstermektedir. Bu durum aralarında “ölüm kalım” mücadelesine dönüşmüştür. 15 Temmuz 2016 günü bir hakim sınıf kliği “askeri darbe” girişiminde bulunmuştur. Yeterli iç ve dış destek bulunamamasından kaynaklı bu girişim başarısız olmuştur. Bu girişim sonrası ise “demokrasinin zaferi” söylemleri eşliğinde gerçekleşecek bir darbe ile özelde devrimci, demokrat, yurtsever kesimlere ve genelde halkın başına gelebilecek her şey gelmektedir.
Türk devleti “demokrasi şöleni”ni OHAL ile taçlandırmıştır! OHAL ile Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yetkisi alan AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı kamu görevlileri içinde çok büyük bir temizliğe girişmiştir. FETÖ’cü dedikleri ve daha önce fişlendikleri anlaşılan geniş bir kesim görevden alınmış, önemli bir kısmı ise tutuklanmıştır. Yine Fettullah Gülen örgütü ile temasa geçmiş liberal aydınlar, gazeteciler, akademisyenler ve yazarlar yaygın şekilde tutuklanmıştır. Devlet içinde gücü eline geçirmiş faşizmin düne kadar icracısı olan bu kesimlere yönelik yaygın tasfiye ve saldırı dalgası ilk etapta ana halka olarak açığa çıksa da çok zaman kaybetmeden hızla devrimci, demokrat, ilerici ve yurtseverlere yönelen somut saldırılarda şekillenmiştir.
İlk etapta demokratik cephenin en önemli ve dinamik mevzilerinden biri olan Eğitim-Sen’li 10 bin kişi açığa alınmıştır. En güçlü saldırı budur. Bunun yanında sokak ve meydanlara çıkan kesimlere cop ve biber gazıyla yapılan somut saldırılar ve özellikle psikolojik baskı ile sokağa çıkması engellenmekte, demokratik tepkilerin açığa çıkmasını “devlet güvenliğini” zedeleme kategorisine koymaktadır. Yine özellikle demokratik, sendikal faaliyetler ve örgütlenmeler işini kaybetme, tutuklanma gerekçesi haline getirilmektedir. Bu bağlamda çıkan KHK’ların önemli bir karakteri demokratik örgütlenmenin ve demokratik tepkinin yok edilmesi- sindirilmesi içinde, muhalif basın ve medyaya yönelik harekete geçmiş ve 12 Televizyon, 11 Radyo kapatılmış, Avrupa’da Kürtçe ve Türkçe yayın yapan Med Nuçe Televizyonun ekranı da karartılmıştır. FETÖ ile mücadele adı altında demokratik ve ilerici kesim bu şekilde büyük bir basınç altına alınmaya çalışılmaktadır.
Bu süreç zaten devam eden Kürt ulusuna yönelik savaş, şiddet ve baskıyı daha fazla arttırmıştır. Kürtlerle yürüyen savaş tankla, topla ve ağır silahlarla sürdürülmeye devam etmektedir. Bunun yanında legal çalışmalar ve alanlarda ise daha da ağırlaşan bir saldırı süreci yaşanmaktadır. HDP yöneticileri, üyeleri ve legal mücadele içinde olan Yurtsever kesimler, belediye başkanları bir yandan tutuklanırken, diğer yandan DBP’li belediyelere Kayyum adı altında Vali yardımcıları, kaymakamlar ve Korucu başları atanmaktadır. Belediye meclislerini de by-pass edecek şekilde düzenlenen KHK legal Kürt siyasetini tam bir tasfiyeye dönüşmüştür. Dokunulmazlıkları kaldırılan Milletvekilleri ise sürekli şekilde tutuklanma tehdidi altında siyaset yapmaya çalışmaktadır. Türk egemenleri Kürt ulusal haklarını gasp etmenin ve tanımama siyasetinin yanına Kürtlerin can bedeli kazandıkları legal alanları da gasp edilmektedir. Bu anlamda “legal siyaset” yapma hakkı ve talebi bu şekilde berhava edilmeye çalışılmaktadır.
İçerde bir yandan gerici faşist partiler, medyası “Yeni kapı ruhu” adı altında FETÖ ile mücadele ve devletin zayıflığının giderilmesini amaçlayan AKP liderliğinde MHP’nin açık CHP’nin ise düşük profilli muhalefetle desteklediği bir faşist koalisyonla süreci örgütlemektedir. Diğer yandan halkın dinamik örgütlü güçlerine karşı saldırılarını tırmandırarak siyasi krizine muhalif bir gelişimi engellemeye çalışıyor. Ancak ne faşist klikler arasındaki birliği sağlayacak ruhu oluşturmak mümkün oluyor, nede halkın örgütlü güçlerin bu saldırıya karşı boyun eğmesini sağlayabiliyor. Devlet mekanizması ve AKP sürekli kendini tehdit altında hisseden, yeni darbelerin geleceğine dair kaygıyla şekillenen faşist saldırganlığını arttırmaktadır.
İçerdeki bu sıkışmışlığı hafifletmeyi, prestiji yerlerde sürünen ordunun yeniden cilalanmasını sağlamayı da hedefleyen, ancak Suriye’de Kürt ulusal haklarının gelişmesi ve alanını genişletmesine karşı Suriye’nin dizayn edilmesinde elini güçlendirmek amacıyla Cerablus’tan başlayan bir askeri işgal operasyonu da 24 Ağustos’ta başlatıldı. İŞİD’le mücadele adı altında ancak Rojava’nın birleşmesine karşı yapılan bu operasyon Kürt düşmanlığı politikasının ürünüdür.
Bu operasyon Rusya ve ABD emperyalistleriyle yapılan pazarlıklarla ve onların izniyle gerçekleşmektedir. ABD Suriye politikasında sahaya girmiş bir Türkiye’yi başından beri istemektedir. Suriye’nin şekillenmesinde özellikle belli Sünni bölgelerde Türk gücü aktif kullanılmak istenmektedir. Bu vesileyle de olsa TC’nin Suriye’ye girmesi belli bir noktada ABD’ye kullanılacak bir güç olarak görünmektedir.
Rusya’nın ise, var olan Esat karşıtlığı direncini kırmak gibi hesapları söz konusudur. Bu açıdan Cerablus gibi küçük bir rüşveti vererek Türkiye’nin Suriye politikasını zehirlemek istemektedir. Ancak düne kadar sınırda hava savunma sistemleriyle Türk Devletinin “sinek uçurmasına” dahi izin vermeyen Rusya’nın Türkiye’ye bir sınır çektiği de açıktır. Bu taviz karşılığında Halep-İdlip-Hama-Lazkiye gibi alanlarda “muhaliflere” daha sert askeri tedbirler uygulamanın karşılığı olarak kullanmaktadır. Ki zaman kaybetmeden bunu hayata geçirmiştir. Şam ve etrafını uzlaşma ve şiddetle temizlerken, Halep’te daha sert askeri hamleler hayata geçmiştir. Rusya ve ABD’nin kotardığı ateşkes kısa sürede çöktüğü gibi şimdi BM’de bir birini savaş suçu işlemekle suçlamaktadırlar. Bu bağlamda Suriye’de gelişmeler hızlı olmakta, geçici uzlaşmalar çok çabuk çökmektedir.
Bunun yanında TC’nin işgal ettiği alan Rusya açısından Kürt-Türk çelişkisini besleyecek, ABD açısından yeni sorunlarla boğuşmak zorunda kalacağı bir politik iklime zemin sunmaktadır. Ki bu eksende çelişkiler operasyonun hemen başında ortaya çıkmış ve bu çelişkiler olgunlaşarak gelişmektedir. TC’nin işgal hesabı ile ABD’nin işgalle çıkarmak istediği sonuçlar arasında çelişki vardır. Ama iplerin esasta ABD’nin elinde olduğu göz önüne alınarak bakıldığında TC’nin bu işgalle ABD’nin ajandasına uymak için bir noktada kaçınılmaz olarak özel çaba harcayacağı söylenebilir. Türk devleti Suriye’nin olası parçalanma durumunda kendisinin etkilenmemesi için politikasını Suriye’nin dizayn edilmesinde “aktör” haline getirmekten başka şansı olmadığını düşünmektedir. Hamlenin Kürt meselesi eksenine oturması esasta buraya dayanmaktadır. Genel eğilime bakacak olursak bu planın tutma ihtimali oldukça düşüktür.
Türk egemen sınıfları içinde debelendikleri siyasi krizi bir bütün saldırganlık politikası ile karşılama kararı vermiştir. En azından bir döneme bu rengini verecektir. Kürt meselesinde barış ve uzlaşma çizgisini ve eğilimini tümüyle silme noktasında değildir. Ancak yeni bir uzlaşma sürecini Suriye’de de Kürt meselesinde kendini belirleyici konuma koyarak kurma planı yapmaktadır. Bunun içinde eline Rojava kantonlarının birleştirilmemesi silahını alarak yapmaya çalışmaktadır.
Ancak Suriye ve Türkiye Kürdistanı’nda savaşı eş güdümlü yürütme, yapılacaksa da barışı eş güdümlü yapma planı vardır. Türk egemen sınıflarının gerici emellerine karşı ortak mücadele zorunludur. Barışla ya da savaş yoluyla her ne biçimde olursa olsun Türk egemenleri ezen ulus hakimiyetini sürdürme politikasını esas almaktadır. O eksende yürüyen saldırılara karşı asgari demokratlık buna karşı aktif mücadele etmektir. İşgale, Ohal’e ve tüm faşist saldırılara, onların deyimiyle “istiklal savaşına” karşı tüm ilerici, demokratik, devrimci güçler aynı kararlılıkla ve ortak ruhla karşı duruşu örgütlemek zorundadır. Bu karşı-devrimci seferberliğe karşı demokratik-devrimci seferberlik ile bir mücadele programı ve hattı kurulmalıdır. Avrupa kamuoyuna bu saldırıları ve gerçek nedenini anlatacak, hedef kitleyi harekete geçirecek bir sorumlulukla hareket edilmelidir.
Türk egemenlerin Suriye askeri işgaline karşı şiddetli ve güçlü bir demokratik-devrimci müdahale zorunludur. Bu savaş politikası özelde Kürt ulusuna yönelse de Arap halkına, Ortadoğu halklarına yöneliktir. Buna karşı ezilen ulus ve halkların direnişi meşrudur haklıdır. Buna karşı Türkiye halkının en başta karşı koyması ise zorunlu bir görevdir.
İşgal, daha fazla siyasal, sınıfsal ve ekonomik baskı demektir.
İşgal, başta işçi sınıfı ve halkın sosyal haklarının kısıtlanması demektir.
İşgal, ezilenlerin çıkarının olmadığı bir savaşta kanının akıtılmasının, canının verilmesinin talep edilmesidir.
İşgal, ezilen halklar arasında düşmanlaştırma politikası demektir.
İşgal, Türk halkına şovenizm Kürt ulusuna daha fazla baskı demektir.
İşgal, halklara yoksulluk-yoksunluk-sefalet, gerici egemen sınıflara daha fazla kar ve sefahat demektir.
İşgal, OHAL’den Sıkıyönetime geçiş zemini, tüm demokratik hakların ortadan kaldırılacağı koşullar demektir.
İşgal, emperyalizmin savaşla beslenen hayat damarlarına kan taşımaktır.
İşgal, uşaklıkta sebat, ülkenin şovenizm örtüsü ile emperyalistlere daha fazla peşkeş çekilmesidir.
İşgal, ezilen halklar için kan, gözyaşı, ölüm, tecavüz ve zulüm demektir.
Türk devleti işgal ve savaş kışkırtıcılığı ile emperyalistlerin ve kendi kirli çıkarlarının halkın kanıyla gerçekleşmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Ezilenlerin çıkarı Demokratik Halk Devrimi, Sosyalizm mücadelesindedir. Zora karşı zoru, haksız savaşa karşı Halk savaşını yükseltelim. Proletarya Partisi önderliğinde işgale, savaş kışkırtıcılığına, şovenizme, anti-demokratik uygulamalara karşı mücadeleye tutuşalım.
Emperyalizme, kapitalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı mücadeleyi yükseltmekte tereddütsüz ve net olalım.
Ekim 2016
Kaynak: Avrupa