Münih Komünistler Davasında Yargılananlardan Müslüm Elma’nın HDP Eş başkanlarının Tutuklanması ve Türkiye’deki Gelişmelere İlişkin 7 Kasım’daki Celsede Mahkemeye Verdiği Dilekçe!
Sayın Mahkeme Heyeti
Türkiye’deki güncel gelişmelere ilişkin aşağıdaki açıklamayı zorunlu görüyorum. HDP Eş Genel Başkanı sayın Selahattin DEMİRTAŞ ve sayın Figen YÜKSEKDAĞ’ın yanı sıra 8 Milletvekili’de tutuklanmış durumdadır. Sayın Figen YÜKSEKDAĞ aynı zamanda duruşmalarımızı izlemek için buraya gelen milletvekillerinden biridir.
Müslüm ELMA
SAYIN MAHKEME HEYETİ
Duruşmalara çıktığımız andan itibaren her fırsatta şu gerçekleri dile getirdik. Bu dava hukuki değil, siyasidir. Devlet terörüne karşı direnmek bir haktır. Haksızlığa , hukuksuzluğa, her türlü ahlaksızlığa baş vurmayı devlet politikası haline getiren bir sisteme karşı mücadele etmek, insan olmanın, insanlığın ilerici-devrimci değerlerini sahiplenmenin bir gereği olduğunu ifade ettik.
Bugün faşist Türk Devletine karşı mücadele eden başta Kürt halkı olmak üzere, devrimciler-sosyalistler, aydınlar, alevi mezhebine mensup olan halkımız, kısacası tüm ezilenler bu tarihsel sorumluluğun bilinciyle hareket ediyorlar.
Bu haklı ve meşru mücadelenin tarihi yeni değildir. Çünkü TC kurulduğundan beri ezilen uluslara, azınlık milliyetlere, suni İslam dışındaki dinlere-mezheplere hayat hakkı tanımamıştır. Tek vatan, tek dil, tek millet, tek bayrak, tek din Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesinin ta kendisidir. Şimdi tüm bu teklere birde çeteci devletin başı Erdoğan’ı eklemeye çalışıyorlar. Çetebaşı diyoruz; çünkü Türk Devleti artık en geri bir burjuva devleti olma niteliğinden de uzaklaşmıştır. Göstermelik Türk Parlamentosu daha da işlevsiz hale gelmiştir. Halkın iradesiyle seçilen ve milyonlarca oy alan HDP’li vekiller çeteci devletin başı olan Erdoğan’ın talimatıyla gözaltına alınıp tutuklanıyorlar. Yargı kurumu dünde bağımsız değildi. Ama bugün tamamen sarayda oturan çetebaşının oyuncağı haline gelmiştir.
Türk Devletinin kuruluşu Türkiye coğrafyasında yaşayan Kürtlerin inkar tarihiyle eşittir. Biz varız, ulusal demokratik haklarımızı kullanmamız bizim en doğal hakkımızdır diyen Kürtler ya kurşunlara hedef oldu, yada hapishanelere konuldu. Özet olarak; TC kurulduğundan beri, Kürdü yok saydı, yok sayılmaya itiraz edeni de yok etti, sindirmeye çalıştı. Bu tarihsel süreç içinde dünyanın gözleri önünde onbinlerce Kürt katledildi. Yerleşim alanları yakılarak, göçe zorlandılar, sürgünlere tabi tutuldular.
Türk Devleti genel manada demokratik alanda, yani legal bir zeminde faaliyet yürüten ilerici-devrimci yasal partilere, kitle örgütlerine karşı tam bir devlet terörü estirdi, estirmeye de devam ediyor. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin hem öncesinde hem de sonrasında Halkların Demokratik Partisi’nin onlarca üyesi saldırılara, tutuklanmalara maruz kaldı. Emekten, özgürlüklerden yana olan farklı seslere asla tahammülü olmayan Erdoğan’ın talimatıyla Halkların Demokratik Partisinin Eş Genel Başkanları Sayın Figen YÜKSEKDAĞ, Sayın Selahattin DEMİRTAŞ ve diğer HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasına yol açan süreç, on yılların ürünü olan sistemleşmiş devlet terörünün yeni bir halkasıdır. Ağırlıklı olarak Kürt seçmenlerinin oylarıyla Parlamentoya giren Kürt vekillerinin tutuklanması da ilk değildir. 1994 yılında da bazı Kürt vekiller Parlamentoda gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Türkiye Cumhuriyetinin tarihinde zorbalıklar benzer nitelikte bir tekrarı içeriyor. Aradan yıllar da geçse zorbalığa kilitlenmiş faşist zihniyet uygulamalarını tekrarlayıp duruyor.
Tüm bu saldırılara karşı HDP Eşbaşkanları Figen YÜKSEKDAĞ ve Selahattin DEMİRTAŞ ile milletvekilleri ortak savunma yaptı. Sayın vekillerin neden hedef haline getirdiklerini doğru bir temelde anlayabilmek için onların kaleminden çıkan ortak savunmadan belli bölümleri burada sunmakta yarar görüyoruz.
„Partimiz Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde 6 milyondan fazla oy alarak ve yüzde onluk seçim barajını aşarak 80 milletvekiliyle Parlamentoya girmiştir. Demokratik siyaset yoluyla ve sandık iradesiyle AKP’nin tek başına iktidar olmasını ve tek başına Anayasa yapmasını engellemiştir. Ülkede ‚tek adam‘ rejimi inşa etmek isteyen ve bunun için her türlü hukuksuzluğu yapmaktan çekinmeyen Recep Tayyip Erdoğan seçim sonuçlarına saygı duymamış ve koalisyon hükümetleri kurulmasına engel olarak ülkeyi erken seçime götürmüştür….
Parlamento yok sayıldı
Recep Tayyip Erdoğan 7 Haziran seçim sonuçlarını gördükten sonra büyük bir panik ve telaşla parlamentoyu ve hükümeti yok sayarak, yargıyı önemli ölçüde denetim altına alarak, medyayı tümüyle kendisine bağlayarak ülkede bir darbe gerçekleştirmiştir. Anayasayı tanımadığını fiili olarak rejimi değiştirdiğini, hatta Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bile tanımadığını açıkça ifade edecek kadar fütursuzlaşmış ve devlete el koyduğunu açıkça ilan etmiştir.
Hakkında ciddi suçlamalar var
Hakkında Başbakanlığı döneminde işlendiği iddia edilen rüşvet, hırsızlık, kara para aklama, İran’a uygulanan uluslararası ambargonun kırılmasına yönelik altın ticaretine bağlı gelişen yasadışı faaliyetler; Suriye’de terörist gruplara yasadışı silah gönderilmesi dahil birçok ciddi suçlamalar vardır. Bu soruşturmaları da yargı üzerinde kurduğu baskı ve kontrol sayesinde şimdilik örtbas etmeyi başarmaktadır.
Şimdilik örtbas ettiği bu soruşturmalardan kalıcı olarak kurtulmanın biricik yolunun bütün yetkileri kendisinde toplamak olduğunun farkındadır. Bu uğurda yapamayacağı hiç bir çılgınlığının olmadığı da artık aşikardır. Ülkeyi kan gölüne çevirip, her gün ülkenin dört bir köşesine gönderdiği cenazelerle milliyetçi ve şöven duyguları, ırkçı nefret söylemini kabartmayı başarmış, ‚ülke bölünme tehditi altındadır‘ yalanıyla etrafına biriktirdiği halk yığınları ile kendi kişisel emellerine hizmet edecek şekilde adım adım hedefine doğru ilerlemektedir.
Yeni darbe süreci
Bizlerin dokunulmazlığını kaldıran AKP Hükümeti vakit kaybetmeden orduya dokunulmazlık zırhı giydirmiş, askerlerin özellikle son bir yılda Kürt kentlerinde işledikleri suçları yargıdan kaçırmanın peşine düşmüştür. Dokunulmazlık zırhına 14 Temmuz 2016’da kavuşan ordu 15 Temmuz 2016’da Darbe Girişiminde bulunmuştur. Meclisi bombalayacak kadar gözü dönmüş darbecilerin elini güçlendirenler yine 7 Haziran’dan bu yana çatışma siyasetini dayatan, demokratik siyaseti dışlayarak savaş politikalarını devreye koyan AKP Hükümeti olmuştur. Başarısız Darbe Girişiminden sonra demokratik ilkeler ışığında bir uzlaşma ile büyük bir toplumsal barışı sağlamak mümkünken, Erdoğan ve AKP Hükümeti Olağanüstü Hal Rejimine geçme kararı almış ve tüm ülke Bakanlar Kurulunun çıkardığı KHK’larla yönetilmeye başlanmıştır. Bir darbe girişiminden demokrasi devşirilmesi gerekirken, yeni bir darbe sürecine geçiş yapılmıştır. Seçilmiş belediyelere kayyum atanması, binlerce öğretmenin açığa alınması, KHK’larla yeni bir darbe rejimi örüldüğünün en somut göstergeleridir…
Mücadelemiz kararlılıkla sürecek
Bizler ülkemizde çoğulcu demokratik bir rejim inşa edilip, barış ve huzur sağlanıncaya kadar siyasi mücadelemize kararlılıkla devam edeceğiz. Toplumsal kutuplaşma ve kamplaşmaya karşı eşit ve birlikte yaşamı, şiddete karşı demokratik siyasi mücadeleyi, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, faşizme karşı demokrasiyi, mezhepçi-ırkçı politikalara karşı inanç ve vicdan özgürlüğünü, ayrımcılığa ve nefret söylemine karşı eşitliği ve elbette Kürt halkının halk olmaktan kaynaklı bütün haklarını, Alevi toplumunun eşit yurttaşlık talebini, dini azınlıkların inanç özgürlüklerini, kadınların toplumsal, sosyal, siyasal, ekonomik yaşama eşit katılımını, kapitalist tahribata karşı çevre ve ekolojinin korunmasını, sermayenin kör hırsına karşı emeğin, çalışanların haklarını savunmaya, korumaya devam edeceğiz. Parlamentoda da olsak, cezaevinde de olsak bu düşüncelerimizi savunmaktan ve bunlar uğruna mücadele etmekten bizi alıkoyamayacaksınız.“ (Yeni Özgür Politika 5-6 Kasım 2016)
HDP milletvekilleri tutuklanmadan önce Amed (Diyarbakır) Eş Belediye Başkanları Gülten KIŞANAK, Fırat ANLI ve eski milletvekilleri Ayla Ata AKAD tutuklanmışlardı. Dahası tutuklanma furyası devam ediyor. Erdoğan ve çetesi sınırlı olan hakkı-hukuku ve özgürlükleri giderek sıfırladı. Yaşam ve iş güvencesini yok etmeye devam ediyor. Gözaltı ve tutuklamaların, iş yerlerinden atılmaların giderek yoğunluk kazanması bunun en somut ifadesidir. Tüm bunların arkasında yargısız infazların, gözaltında kaybedilmelerin gündeme gelmesi hiçte şaşırtıcı olmayacaktır.
Türk Devleti legal, barışçıl olan her türlü demokratik faaliyete düşmandır. Türkiye’de illegal faaliyetlerin gündeme gelmesi, bu yasakçı zihniyetin doğal sonucudur. Düşünce özgürlüğüne düşman olan bir devlet, duyduğu her farklı sese karşı yargı kurumlarını harekete geçirmekte gecikmemektedir.
Son dönemlerde başta yurtsever Kürt basını olmak üzere, tüm muhalif basın bir kuşatma altındadır. TV’lerin, radyoların, yazılı basın kuruluşlarının kapılarına kilitler vurulmaktadır. Kemalist bir çizgide yayınını sürdüren Cumhuriyet Gazetesinin dokuz yönetici ve yazarınıda DAİŞ ve PKK propagandasını yapma gerekçeleriyle tutuklanmışlardır. Bu iddialar üzerinde durmak ve tartışmak dahi gereksiz ve anlamsızdır. Ama „terörist“ tanımlamaları, „teröre“ yardım iddiaları emperyalistler ve Erdoğan gibi ahlaksız uşaklarının saldırıları için vazgeçilmeyen yalanlardır.
Türk Devleti kurulduğundan itibaren Suni İslam dinini esas almıştır. Diğer dinlere ve inançlara karşı düşmanca davranmıştır. Sözgelimi; farklı bir mezhep ve inanca sahip olan Aleviler Türk Devletinin baskılarından-zulmünden hiç kurtulamamışlardır. Çeteci Türk Devletinin başı olan Erdoğan, ulusal-dinsel-mezhepsel temelde çelişkileri kaşıma, bu eksenli çatışmaları derinleştirme politikasını Ortadoğu’ya, yani bölgesel çapta bir alana taşıma çabası içindedir.
Türk Devleti, uyguladığı tüm bu baskılar, yıllardan beridir dağ başlarında, sokaklarda, hapishanelerde sürdürdüğü cinayetler yetmiyormuş gibi, şimdi de çeteci devletin başı Erdoğan’ın talimatıyla yeniden idam cezasını gündemleştirme çabası içindedir. Erdoğan’ın katılmış olduğu miting alanlarında „idam istiyoruz“ sloganları yükselmektedir. Bunun teşvik edicisi olan Erdoğan, Türk Parlamentosunda da önemli oranda destek almış durumdadır.
Tüm bu yaşananlar Batı Avrupa merkezlerine ve sokaklarına nasıl yansıyor? Hiç şüphesiz ilerici-devrimci ve duyarlı olan tüm güçler bu gelişmelerden kaygı duyuyor. Soruna insani değerler değil, emperyalist çıkarlar açısından bakan devletler ise; sözde kamuoyunda oluşan bu kaygıları paylaşır nitelikte açıklamalar yapsalar da, özde bu çeteci devletin bir dizi suçuna ortaktırlar. Faşist Türk Devletinin saldırılarına karşı direnme hakkını kullanan devrimcilerin-sosyalistlerin Alman mahkemelerinde yargılanmalarının başka bir açıklaması olabilir mi? Erdoğan’ın bu konudaki şu itirafları gerçek durumun en net halidir.
Tarihi 4 Kasım 2016. Kaynak Hürriyet Gazetesi. Haberin özeti şu: Sarayda oturan çetebaşı şöyle diyor: „…Alman Bakan, terör örgütlerini destekleyen gazetelere yönelik operasyonları kastederek, ‚gelişmeleri kaygıyla izliyoruz‘ demiş. Şimdi bizde Almanya’nın bu yaklaşımını, onun ürünü olan uygulamaları kaygıyla, hatta dehşetle izliyoruz. Eyy Almanya, Sayın Merkel’e 4 bin dosya verdik. Daha sonra İstanbul’daki son görüşmemizde ‚Sayın Şansölye ben size dört bin dosya vermiştim, bu teröristlerle alakalı, bunların akıbeti ne oldu?’dedim. Bana verdiği cevap enteresandı, ‚O dosyaların sayısı 4 bin 500 oldu‘ dedi.
Hatırlanacağı gibi baştan itibaren bu operasyonların Faşist Türk Devleti ve Alman Devletinin ortak yapımı olduğunu söylemiştik. İşte itiraf. Tüm bunlar yaşanırken hala kimi Alman Devletinin politikacıları biz Türkiye’deki gelişmelerden kaygı duyuyoruz. diyor. Diğer yandan kaygıların kaynağı olan devlet terörüne karşı mücadele eden Türkiye devrimcileri-sosyalistleri tutukluyorlar. Doğrusu merak ediyoruz. Bizlerin dosyası çete başının verdiği dosyalar arasında mıydı, yoksa Merkel’in vermiş olduğu hediyelik dosyanın içinde miydik? bunu açıklama görevi de iddia makamına düşüyor. Artık Erdoğan’ın açıklamalarının da davayla bir ilgisi yoktur, deme şansınız yoktur. Bu davanın ta kendisi. Çünkü senaryonun hazırlık sürecine tekabül ediyor.
Bu süreç içinde davamızla da bağlantılı olduğunu düşündüğümüz bir başka gelişmede Belçika’da yaşandı. Burada sözünü ettiğimiz bağlantı, mücadelemizin haklılığı-meşruluğu anlamındadır. Tarih 4 Kasım 2016. Kaynak Yeni Özgür Politika Gazetesi. Habere göre „Belçika’da Kürt siyasetçiler ve Kürt kurumları hakkında ‚terörizm‘ suçlamasıyla açılan dava düşmüş. Belçika yargısı „Türkiye’deki durum silahlı mücadele kapsamındadır. Belçika’daki terör yasaları kapsamında yargılama yapılamaz“ demiş.
„Brüksel Mahkemesi Kürt televizyonlarına yönelik ‚terör örgütü kurumu‘ iddialarını da kabul etmeyerek, Kürt basın kurumları hakkındaki iddiaların yargılama konusu yapılmasının ifade özgürlüğünü ihlal anlamına geleceğini belirtti.“
Bu kararın özü; direnme hakkının kabulüdür. Karşı devrimci şiddetin devrimci direnişi zorunlu kıldığı gerçeğinin anlaşılmasıdır. Geçte olsa, hatta bundan sonra bu kararla ciddi itirazlarda olsa, Avrupa coğrafyasında bir mahkemede böyle bir kararın çıkması, karanlığın içinde zayıfta olsa bir ışığın görülmesi anlamına gelir. Nitekim faşist Türk Devletinin sözcüleri, ortaya çıkan bu cılız ışığı, yaslandıkları karanlığın gücüyle saldırdılar. Türkiye’de güdümlerinde olan yargı kurumun verdiği kararları „Bağımsız Yargının Kararıdır“ saygı gösterin“ diyen bu Ortaçağ zihniyetin temsilcileri, bir anda Belçika Mahkemesinin vermiş olduğu karara savaş açtılar.
Direnme hakkını yok sayanlar, karşı devrimci şiddetin devrimci direnişi zorunlu kıldığı gerçeğini görmeyecek kadar problemli bir bakış açısına sahip olanlara söyleyeceğimiz tek söz; sizin varlığınız tüm dikta rejimlerinin biraz daha uzun ömürlü olmasına katkı sunuyor. Dolayısıyla bu suç ortaklığına son veriniz.
Sonuç olarak; HDP Eş Başkanları Sayın Figen YÜKSEKDAĞ ve Selahattin DEMİRTAŞ başta olmak üzere diğer sayın HDP’li milletvekillerine, Belediye Eş Başkanlarına, partilere yapılan saldırıları-tutuklamaları kınıyoruz. Faşist Türk Devletine karşı direnmek bir haktır. Asla „terörizm“ değildir. Gün yakınma, sızlanma günü değildir. Gün ezilenlerin haklı ve meşru mücadelesine omuz verme günüdür. Gün egemenlerin haydutlar hukukuna, zindancı politikalarına karşı sonuna kadar direniş şiarıyla yürüme günüdür.
7 Kasım 2016
____
Münih Komünistler Davasında Yargılananlardan Seyit Ali Uğur’un HDP Eş başkanlarının Tutuklanması ve Türkiye’deki Gelişmelere İlişkin 7 Kasım’daki Celsede Mahkemeye Verdiği Dilekçe!
“Bu bize Tanrının bir lütfudur.” sözünden sonra başarısız darbe girişiminin yarattığı siyasal-toplumsal iklime yaslanan diktatör Erdoğan’ın Türkiye’yi sürüklediği yer açıkça kurumsal faşist bir diktatörlük rejimidir.
Cumhuriyet Gazetesi’ne yönelik operasyonla muhalif son gazetede susturuldu. Büyükşehir Diyarbakır Belediyesi başta olmak üzere 28 Kürt Belediyesi gasp edilerek %55-90 oranıyla seçilen başkanlar ve meclis üyeleri tutuklandı. Muhalif bütün akademisyenler Üniversitelerdeki işlerinden alınarak kimileri tutuklanmış bulunuyor. Bütün rektörlük seçimleri kaldırılarak doğrudan Saraydaki faşist Sultanın atamasına bırakıldı. Başta HDP’li siyasetçiler gelmek üzere binlerce muhalif “terör operasyonları” kisvesi ile tutuklanmış bulunuyor. Son olarak 6 milyon oyla Parlamentoda 3.güç durumunda bulunan HDP’nin eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figün Yüksekdağ dahil 9 milletvekili Sultan’ın talimatıyla “terörist” oldukları gerekçesiyle tutuklanmış bulunuyorlar.
Faşist Sultan Erdoğan ülkeyi tam bir terör rejimi altında yönetilmeye, bu rejimi “Başkanlık Sistemi” olarak kurumlaştırma çabasına devam ediyor.
Yasama-Yargı ve Yürütme erki tamamen Sultan’ın denetiminde çalışıyor. Meclis, Hükümet ve Yargı kurumu doğrudan faşist Erdoğan’ın talimatlarını yerine getiren göstermelik yapılara dönüşmüş durumdadır.
Yüzbini aşkın kamu çalışanının işine son verilmiş bulunuyor. Bunlardan 33 bin insan hapishanelere atılmış durumda. Orduya ve güvenlik kurumlarına yönelik darbe operasyonlarını saymazsak işten atılanların ağırlıklı bölümünü Kürt ve demokratik nitelikli insanlar oluşturuyor. Akademideki tasfiyelerin ezici çoğunluğu da bu nitelikte.
Açıkçası, Sultan tanrın lütfunu pratikleştirerek kendi darbesini tüm ülkeye dayatmış bulunuyor.
Hukukun bütün temel savunma hakları gasp edilmiş durumda. Gözaltı 30 gün. Avukata erişim söz konusu değil. İşkence çığlıkları yükseliyor zindanlardan. Darbeci diye tutuklanan kadın bir hakim; “işkence görüyorum, dayanamıyorum artık, kendimi öldüreceğim” diye insan hakları çevrelerine haber gönderiyor. Yüzlerce polis ve askerin tecavüzlü işkencelerle sorgulanıp itirafa zorlandıkları yönünde bilgiler mevcut. Darbecilik iddiasıyla tutuklanan 20’ye yakın insanın “intihar” ettiğini açıklıyor avukatlar. Bütün basın-internete erişim yasaklandığı gibi toplantı-gösteri-basın açıklaması gibi en temel haklar gasp edilmiş durumda, ısrar edenler vahşice polis şiddeti sonrası tutuklanıyor. Faşist Sultan Türkiye’yi açık bir hapishaneye, açık bir işkence cumhuriyetine dönüştürmüş bulunuyor. AKP bütün parti teşkilatlarına ve kitlesine silahlanma çağrısı yapmış bulunuyor. Ülke içindeki karanlık tablo ve faşist siyaset kendisini bölge ülkelerini işgal siyaseti olarak gösteriyor. Kıbrıs’tan sonra Suriye ve Irak toprakları da faşist saldırgan Türk işgal ordularının çizmeleri altında bulunuyor. Kerkük, Musul, Halep, 12 Adalar gibi Lozan öncesi Osmanlıya bağlı bulunan her yeri istiyor Sultan. “Lozan’ı bize zafer diye yutturuyorlar, oysaki hezimettir” diyor. Sözünü ettiğimiz bölgeler “bizim hakkımızdır” diye ısrar ediyor. 21.yüzyılın en çılgınca diktatörlerinden birinin yayılmacı-işgalci hezeyanlarına tanık oluyor bütün dünya. Bütün faşist rejimlerde içkin olduğu gibi iç ve dış saldırganlığın at başı gittiği, birbirini beslediği bir tablo söz konusudur. Uluslararası baskının sonucu IŞİD’le bağını sınırlamak zorunda kaldılar. Ama bu kez El-Kaide türevi cihatçıları eğitmeye, silahlandırmaya devam ediyorlar. Dahası bu katil sürülerini dünyaya muhalif gerillalar olarak pazarlama gayretindeler. Türkiye toprakları bütün bu cihatçı grupların üstlenme, eğilim-hazırlık ve operasyon alanı olarak kullanılmya devam ediyor. Bu Sultan İslamcı-suni-faşist tabiatıyla Kürt düşmanlığı ve bu çeteler üzerinden bölge ülkelerinde sağlamak istediği siyasal nüfuzla tam uyumlu bir politika.
Faşist terör rejimiyle, saldırgan-işgalci dış politikalarıyla cihatçı terörün hamiliğiyle ve Avrupa’ya, Dünyaya tehdit ve şantajlarıyla -Mülteci konusu gibi- var olan bir TC rejiminden söz ediyoruz. Halkların demokratik barışı ve özgürlüğü için bölge barışı ve huzuru için, cihatçı terörün yok edilmesi için kesinlikle tasfiye edilmesi, aşılması zorunlu olan faşist İslamcı bir diktatörlük rejiminden.
Türkiyeli devrimciler olarak bizlerin burada yargılanmamız ve tutukluluğumuz kuşku götürmez biçimde faşist TC rejimine Almanya Hükümetinin desteğinden başka bir anlam taşmıyor. Hükümetin daha seçimler döneminde Erdoğan’a, O’nu meşrulaştıran ziyareti, Kürdistan’da yüzlerce Kürt sivilin öldürülmesinde kullanılan silah ihracatı ve Almanya’da Kürt devrimcilerinin tutuklanması gibi bizlerde Federal Hükümetin AKP-Erdoğan diktatörlüğüne yaptığı jest durumundayız.
Avukatlarımızın “davanın Türk rejiminin anti demokratik karakteri ve hukuk sisteminin güvensiz oluşu” gibi gerekçelerle düşmesi talebiyle verilen dilekçeler temelsiz bulunarak reddedilmiş bulunuyor.
Açıkçası, Mahkeme Heyeti şimdiye kadar Adalet Bakanlığının talebi doğrultusunda yargılamanın sürdürülmesi doğrultusunda tutum belirtmiş durumda.
Gelinen aşamada, Türkiye’deki son gelişmelerin dayattığı somut durumu da dikkate aldığımızda Mahkeme Heyetinin davayla ilgili bir yol ayrımında, kesinlikle bir dönüm noktasında bulunduğunu düşünüyorum. Karar vermede insani, hukuksal normlar mı, siyasal iktidarın tercihlerimi geçerli? Yalnızca basının tam susturulup-gazetecilerin tutuklanması veya milletvekili arkadaşlarımızın zorbalıkla tutuklanarak halklarımızın iradesinin gasp edilmesiyle sınırlı olmayan büyük bir sorun duruyor. On binlerce hakim-savcı işkenceli sorgular sonucu tutuklu bulunuyor ve halen görevdeki savcı ve hakimlerin tamamı Sultan’a biatlarını sunan yargı organlarının denetiminde hizmet eden memurlar durumundalar. Bunca tutuklamanın, operasyonun ve şu sıralar Almanya Hükümeti dahil bütün dünyanın “kaygı uyandırıcı gelişmeler” olarak tanımladığı gelişmelerin Justiz aparatındaki güvenlik pozisyonundalar. Aynı şey polis ve diğer güvenlik görevlileri için geçerli bulunuyor.
Bu durumda gerek içeride tutuklu olan ve gerek halen görevde bulunan hakim-savcı ve güvenlik görevlilerinin güvenirlilik düzeyleri kesinlikle tartışmalıdır. Dahası güvenilemez kaynaklar olarak değerlendirilmeleri gerekmektedir.
Tutuklu savcı-polis ve hakimlerinin bir çoğunun sahte belgeler düzenleyerek, sahte kanıtlar üreterek suçlanmasına maruz kaldıklarını ve görev başındakilerin hala yaşadığımız binlerce demokratik aydın, gazeteci ve siyasetçinin tutuklanmasının özneleri olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Burada bulunan bizlerde aynı güvenlik-yargı, kadrolarca hazırlanan raporların temel referans alındığı savcılık iddianamesiyle yargılanıyoruz. Daha garip olan tarafı Türkiye Devleti kurumlarınca hazırlanan bu raporlar Federal Savcılıkça büyük bir itaat duygusu içinde kendi iddiası olarak sunuluyor. Şaşırtıcı olan ise; davanın durdurulması taleplerinin heyetinizce savcılığın iddiasına dayanak gösterilmiş oluşudur. Aslında konjonktür formda iddiaların doğruluğuna dair kanaati çağrıştıran bir üslupla ret edilmeden söz etmek daha doğru olacaktır.
Selahattin Demirtaş ve Figün Yüksekdağ Almanya’da bulunsalardı, bu durumda bizim gibi terörizm suçlamasıyla yüz yüze kalmaları ve tutuklanmaları ihtimal dahilindedir. Aynı şeyler tutuklanan bir çok akademisyen-aydın ve gazeteci içinde geçerlidir. Türkiye’de tutuklanan arkadaşlarımızın, devrimcilerin ve aydınların maruz kaldığı alçakça saldırılara Dünya-Almanya açısından “kaygı verici” tepkileri verip faşist Türkiye rejimine muhalif devrimci – sosyalistleri “terör” suçlamasıyla tutuklanıp- yargılamak iki yüzlü bir ahlaki-siyasal pozisyonun dışa vurumundan başka bir şey değildir.
Sevgili Figen Yüksekdağ Mahkememizin başlangıcında bizimle dayanışmak için bu salonda hazır bulunmuş ve “Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur” sloganıyla bizlere dayanışma ve yoldaşlık çığlığını ulaştırmıştı. Şimdi sıra bizde, Figen , Demirtaş ve bütün vekillerimizle onur duyuyor, onların faşist Sultan’a ve zindanlara boğun eğmeyen duruşlarını Vedat Türkali’nin dizeleriyle selamlıyorum; “Boşuna çekilmedi bunca acılar”, “Haramilerin saltanatını yıkacağız” sevgili yoldaşlar.
Seyit Ali Uğur
Kaynak: atik-dayanisma