Haber Merkezi | 02.02.2020 | Oyuncu ve yönetmen Memet Ali Alabora, yaklaşık 7 yıldır Galler’de yaşıyor. Gezi protestoları sonrası hedef gösterilince Türkiye’yi terk etmek zorunda kalsa da o bir sanatçı olarak üretimlerine devam ediyor. Opera, tiyatro, film, okuma tiyatrosu… Hayat arkadaşı Pınar Öğün ile birlikte kurdukları Be Aware Production bünyesinde yaptıklarına bir yenisini daha eklediler: Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı sahneye taşıdılar.
Alabora ve Öğün, Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın tutuklu, 15 kişinin ise tutuksuz yargılandığı Gezi davasının sanıklarından. Hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen Alabora, Galler, yeni üretimleri ve Nazım’ı bianet’e anlattı.
Nazım Hikmet’in şiirinin doruğu olarak gösterilir “Memleketimden İnsan Manzaraları.” Alabora, oyuna hazırlanırken her dizede, her imajda kendi hayatından, geçmişinden, kişisel tarihinden çağırışımlar yaratmış.
“Dev bir şair”
“Bence Nazım bunu yazarken her akşam hapishaneden kaçıp İstanbul’a gidip, Haydarpaşa’nın merdivenlerinde oturuyordu, trende seyahat ediyordu ve yazdığı her yerde geziyordu. Kimi zaman bana da oldu bu, İstanbul’a gidip geldim. Trenle Haydarpaşa’dan İzmit’e gittim, Göztepe istasyonunda oturdum. Kitapta anlatılan neredeyse bilmediğim hiçbir yer yok gibi.”
Nazım’ın hayatıyla kendi yaşadıkları arasında bağlantı kuruyor mu peki? Pek çok benzerlik sıralıyor hayatlarında ve “O da sürgünde yaşamış, ben de” diyor ve ardından ekliyor:
“O dev bir şair. Dünyaya hayatım boyunca onun kadar büyük eserler bırakabileceğimi sanmam. O ismi tarihin en büyük yaratıcılarının yanında yazan biri. Bir de onun yaşadıkları çok daha çetinmiş. 13 yıl hapis yatmak, sağlık sorunları ile boğuşmak, sürgünde ölmek…”
“Nazım’ın şiirlerinden oyun yapmak beraberinde ‘yük’ ile gelir”
Galler’de olduğunuz süre boyunca genelde yönetmen olarak oyunlarda yer aldınız sanıyorum. “Memleketimden İnsan Manzaraları” Galler’deki ilk sahneye çıkışınız mı olacak?
Daha önce oyun okumaları için ya da yine bizim düzenlediğimiz edebiyat okumaları olan ‘Chapter Readings’ için sahneye çıktım. Televizyonda ve filmlerde de oynadım ama tam anlamıyla bir tiyatro yapımı ile ilk kez olacak.
Anadolu’da yaşamış sıradan insanları anlatır Nazım Hikmet kitabında. Mekân olarak İstanbul’daki Haydarpaşa Garı’yla açılır. Uzun yıllardır memleketine gidemeyen bir sanatçı olarak bu metni seçmenizde özel bir neden var mıydı? Bu metinle sahnede olmak nasıl bir duygu?
Metnin seçilmesi çok uzun bir zamana yayıldı. Burada birlikte vakit geçirdiğimiz arkadaşlarım, özelikle de Akın Olgun, ne zaman Nazım’dan bir şiir okusam, bir oyun yapmam için bana baskı yapıyorlardı. Nazım her zaman hayatımın bir parçası oldu, ama söz konusu olan bir oyun yapmak olunca bu fikir beni hep zorladı. Hem çok yapıldığı için, hem Nazım’ın şiirlerinden oyun yapmak beraberinde çok fazla ‘yük’ ile geldiği için. Arkadaşlarımın baskısı ile düşünmeye başladım, tüm şiirlerinin üzerinden geçtim, bir türlü “şu proje” diyemedim. Geçen yıl babam beni ziyarete geldiğinde, Akın, babam, Cihan Yılmaz (şimdi oyunun teknik sorumlusu) oturuyorduk, yine kitaplar açıldı, yine ben Nazım okumaya başladım.
Şiirindeki sinema teknikleri
“Memleketimden İnsan Manzaraları”nın girişini okurken, bir taraftan da Nazım’ın sinema tekniklerini nasıl kullandığını, şiirde nasıl yakın plana kestiğini, sinemadaki ‘detay’ çekimleri nasıl kullandığını, geniş plana nasıl geçtiğini anlatıyordum. Herkes yine kesinlikle oyun yapmalısın demeye başladı. Birden, eğer Nazım yapılacaksa bütünlüklü bir eser olması gerektiği ve “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın bunun için en doğru eser olacağı, tek bir adamın sahnede görsel olarak inanılmaz zengin olan bu kitabı tek başına, görsel yardım almadan anlatmasının yalın ve etkili bir fikir olabileceği heyecan verici geldi. Nazım öyle bir görsellik yaratmış ki, bir proje yapılacaksa harici bir görsellik kullanmadan yapılması gerektiğini düşündüm.
Yönetmen Philip Mackenzie
Fakat başka bir sorun vardı; Nazım Hikmet, “Memleketimden İnsan Manzaraları”, anlatılan hikayeler benim ve etrafımdakiler için o kadar çok referansla, o kadar çok ‘hikaye’ ile doluydu ki, bu metne ve Nazım’a ‘tarafsız’ bir yerden bakabilecek biri olması gerekiyordu. Aklıma hemen Galler’e ilk geldiğimizde dostluk kurduğum, işlerini takip ettiğim, birlikte projeler yaptığım ve en son “Y Brain – Kargalar”da birlikte çalıştığım Phillip Mackenzie geldi. Hemen kitabın İngilizcesinin siparişini verdim. Bir ay içinde onunla buluşup kafamdaki projeyi anlattım ve kitabı verdim. Ondan iki ay sonra buluştuk ve Phil de çok heyecanlandı. Ve böylelikle proje doğmuş oldu.
“Beethoven resitaline hazırlanan piyanist gibi hissediyorum”
Bu metinle sahnede olmak nasıl bir duygu onu oyunu oynadıktan sonra söyleyebilirim ancak : ) Ama satır satır, hece hece çalışmak gerçekten müthiş. Bir o kadar da zor. Yıllardır klasik müzikle çok iç içe olan biri olarak kendimi Beethoven’ın son sonatlarından oluşan bir resitale hazırlanan bir piyanist gibi hissediyorum. Bazen kendimi Türkçe öğreniyor gibi hissediyorum, anadilime bambaşka şekilde bakmama neden oldu Nazım’ın dizelerini bu kadar detaylı çalışmak. Bir de duygu yoğunluğu var tabii. Her dize, her imaj kendi hayatımdan, geçmişimden, kişisel tarihimden çağırışımlar yaratıyor. Bence Nazım bunu yazarken her akşam hapishaneden kaçıp İstanbul’a gidip, Haydarpaşa’nın merdivenlerinde oturuyordu, trende seyahat ediyordu ve yazdığı her yerde geziyordu. Kimi zaman bana da oldu bu, İstanbul’a gidip geldim. Trenle Haydarpaşa’dan İzmit’e gittim, Göztepe istasyonunda oturdum. Kitapta anlatılan neredeyse bilmediğim hiçbir yer yok gibi.
“O da sürgünde yaşamış, ben de”
Oyunla ilgili çıkan haberlerde “Nazım’ın şiiri ile arama mesafe koyarak ona nesnel bakmam imkânsız” diyorsunuz. Oyunun afişinden de yola çıkarak sormak isterim; yaşadıklarınızı Nazım Hikmet’in hayatıyla ne kadar özdeşleştiriyorsunuz? Kısmen de olsa onda kendinizi buluyor musunuz?
Hangi metni çalışsanız, ister istemez yazarla, karakterlerle özdeşliğinizi sorgularsınız, ortak olduğunuz, olmadığınız tarafları düşünürsünüz. Söz konusu Nazım olunca tabii ki bu biraz daha fazla oluyor. Öncelikle Nazım bunu yazdığında 40 yaşında, yani aynı yaşlardayız. Nazım Selanikli bir aileden geliyor (hatta orada doğmuş) İstanbul’da büyümüş. Benim de baba tarafım Selanikli, ben de İstanbul’da büyüdüm. O da sürgünde yaşamış, ben de. Birbirine yakın çevrelerde büyümüşüz, o da sanatçı bir aileden geliyor, ben de. Bunları düşünmemem imkansız. Fakat sonra duraklıyorum. Açıkçası kendimi onun yanında küçücük hissetmeden edemiyorum. O dev bir şair. Dünyaya hayatım boyunca onun kadar büyük eserler bırakabileceğimi sanmam. O ismi tarihin en büyük yaratıcılarının yanında yazan biri. Bir de onun yaşadıkları çok daha çetinmiş. 13 yıl hapis yatmak, sağlık sorunları ile boğuşmak, sürgünde ölmek…
İki önemli öge: Işık ve ses
Yönetmen Philip Mackenzie nasıl tercihlerle oyunu sahneye taşıdı? İzleyici nasıl bir oyunla karşılaşacak?
Phil fiziksel tiyatro geleneğinden geliyor. Kendi görevini “provalarda beklenmeyenin, sürprizlerin, öngörülemeyenin, akıl dışı olanın ortaya çıkabilmesi için gerekli koşulları yaratmak ve Nazım Hikmet’in dizeleriyle benim performansım arasındaki yaşayan simyayı keşfetmek” olarak tanımlıyor. Provalarda tam da dediklerini yapmaya çalışıyoruz. Phil temelde bir performans metni yaratıyor, kimi zaman Nazım’ın dizelerine koşut, kimi zaman ise farklı bir katman olarak ilerleyen görsel bir metin. Konuşulanları anlamayan biri seyrettiğinde gördüğü şey onda bir iz bırakacak bir performans metni, iki önemli öğesi ışık ve ses olan bir metin.
“Bir gün Türkiye’de yeniden üretmek isterim”
“Şu an Türkiye söz konusu olduğunda tercihlerle mecburiyetler arasında giderek silikleşen çok ince bir çizgi var” demiştiniz bir röportajınızda. Bir gün Türkiye’de yeniden sahnede olmayı düşlüyor musunuz? Özlemini duyduğunuz neler var? Oradan memleketinizi nasıl izliyorsunuz, neler hissediyorsunuz?
Bir gün Türkiye’de yeniden üretmek isterim tabii ki. Özlemini duyduğum birçok şeyi burada dostlarımla gerçekleştirmeye çalışıyorum. Türkiye’yi basından, sosyal medyadan ve arkadaşlarımdan takip ediyorum, neler hissettiğim sanırım bu röportaja sığmaz. Zaten şu an ne kadar doğru ifade edebilirim ondan da emin değilim.
“Türkiye’de yaptığımdan farklı bir şey yapmıyorum”
Opera, kısa filmler, tiyatro… Türkiye ve Galler arasındaki üretimlerinizde ne gibi farklar var? Galler’de sanata ve işinize daha çok sarıldığınızı söyleyebilir misiniz?
Oyunculuk yapmaya devam ettiysem de, burada daha çok yönetmen olarak çalıştım. Ben sanata ve işime her zaman sarıldım. Burada da projeler üretmeye, farklı insanlarla buluşmak için fikirler geliştirmeye devam ettim, ediyorum. Bir taraftan da audition’lara gitmeye devam ediyorum. Aslında bir bakıma Türkiye’de yaptığımdan temelde çok farklı bir şey yapmıyorum, ama işin daha çok yaratıcı kısmına kaydığımı söyleyebilirim.
Sürekli turneler için yollarda olduğunuzu söylüyorsunuz. Galler ya da Avrupa izleyicisi nasıl, nasıl tepkilerle karşılaşıyorsunuz?
Sadece bunun için ayrı bir röportaj yapmamız gerek : ) Galler Kuzey Avrupa’nın en yoksul ülkelerinden biri. Biz turne yaptığımız zaman genelde gidilmeyen, göz ardı edilen yerleri tercih ediyoruz. Böyle olunca da haliyle kimi zaman seyirci bulmak konusunda zorluklar yaşanıyor. Bugüne kadar gittiğimiz yerlerin çoğunda sanata kendiliğinden bir ilgi yoktu. “Enough is Enough” isimli ilk oyunumuzla 2017’de yaptığımız ilk turnede yeri geldi 2 kişiye oynadık. O turneden inanılmaz anekdotlar biriktirdik.
“Küçük yerlerde yaşayanların ilgisizliğini yenmek kolay değil”
2018 yılında “Y Brain – Kargalar” oyununun hazırlığı için “Nereye Aitsin?” isimli bir araştırma geliştirme projesi gerçekleştirdik, bu proje ile amacımız sadece oyunun araştırma geliştirmesini yapmak değil aynı zamanda da seyirci geliştirme için neler yapabileceğimize bakmak, bu konuda gittiğimiz yerlerde kişilerle, kurumlarla görüşmekti. “Enough is Enough” ile kazandığımız deneyimlerden yola çıkarak daha farklı kesimlere ulaşmak için çalıştık. 2019 yılında gerçekleştirdiğimiz “Y Brain – Kargalar” turnesi bu anlamda “Enough is Enough”dan daha başarılıydı ama özellikle de şehirlerden uzaktaki küçük yerlerde yaşayanların ilgisizliğini yenmek kolay değil. Bunun için sürekli düşünmeye devam ediyoruz. Yıllar önce “Muhabir” isimli oyunla çok geniş bir Türkiye turnesi yapmıştım, o turnede de birçok gidilmeyen, göz ardı edilen yerde oynamıştık. Açıkçası Galler’de turne yaparken bazen inanılmaz benzerlikler görüyorum. Bazen de, tıpkı Türkiye’de de olduğu gibi, bir seyirci öyle bir şey söylüyor ki tek kişi bile gelmiş olsaydı o oyunu oynamaya değeceğini düşünüyorsunuz.
“İlk kez Kurmanci, Zazaca ve Galce’yi bir araya getirdik”
Be Aware Productions’tan söz eder misiniz? Şu ana kadar neler yaptınız, ileri dönem için önünüzde ne gibi çalışmalar var?
İşlerimizi Be Aware çatısı altında yapıyoruz. Az önce yaptıklarımızın önemli bir kısmını saydım. İlk prodüksiyonumuz 2015 yılında Pınar’ın (Öğün) yönettiği “Exhibit” isimli bir kısa filmdi. 2016 yılında “Enough is Enough“ın araştırma geliştirmesini yaptık. 2017’de tiyatro-konser formatında kadına karşı şiddeti konu alan “Enough is Enough”ı yaptık. 2018’de “Y Brain – Kargalar”ın hazırlık projesi olan “Nereye Aitsin?” 2019’da aidiyet, kimlik ve dille ile ilgili ve ilk Galce/Türkçe oyun olan “Y Brain – Kargalar“ı yaptık. 2018 – 2020 arası da Cardiff’teki Chapter Sanat Merkezi’nde “Chapter Readings” adı ile her biri edebiyattan esinlenen ve bir yaratıcı tarafından tasarlanan edebiyat okumaları gerçekleştirdik. Hatta 3. okumada ilk kez Kurmanci, Zazaca ve Galce’yi bir araya getirdik. Şimdi de “Memleketimden İnsan Manzaraları.” Bundan sonra da Pınar kendi ekibi ile sıfırdan oluşturacağı yeni bir oyunun hazırlığına başlayacak. Bir de sırada yine Pınar’ın çekmek istediği kısa filmler, sonra da uzun metraj var.
“Memleketimden İnsan Manzaraları” oyununun belli olan takvimi şöyle:
14 Şubat Cardiff (ön gösterim)
16 Şubat Augsburg
28 Şubat Hannover
1 Mart Hamburg
16 Mart Londra
20 Mart Viyana
22 Mart Basel
4 Nisan Köln
5 Nisan Duisburg
3 Mayıs Cambridge
Ayşegül Özbek
31.01.2020 – Bianet
Kaynak: Avrupa