TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı cezaevlerinde hak ihlallerinin giderek arttığına dikkat çekerek, ‘Cezaevleri her zaman bu ülkenin kanayan yarası olmuştur’ dedi
OHAL ile birlikte artan baskı ve hak ihlallerine ilişkin Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllüsü 3’üncü dönemdir başkanlığını yürüten Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’yla konuştuk.
15 Temmuz askeri darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) bütün kural ve yasaları askıya alarak işkence ve baskıları arttıran AKP hükümetinin tutumu özellikle cezaevlerinde ağır sonuçlara yol açıyor. Her gün birçok cezaevinden işkence ve baskı haberleri gelirken, çeşitli cezaevlerinde açlık grevleri de sürüyor. Son durumu değerlendiren Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, aslında hak ihlalleri zincirinin özellikle Kürt illerinde sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte ve sivilleri hedef alan saldırılarla başladığını ifade etti. Bugünkü baskı düzeninin temelinin geçen yıl atıldığını ve iç güvenlik yasa tasarısının kabul edilmesiyle birlikte Nisan ayına kadar 5 sivil ölümünden söz ederken birden bire bu sayının 217’ye yükseldiği bunun da yasayla doğrudan bağlantılı olduğunu söyleyen Fincancı, hükümetin 7 Haziran seçimlerinden sonra saldırgan bir tutum izlediğini belirterek, her durumda intikamcı anlayışınını gözlemenin mümkün olduğunu belirtti.
‘Devlet politik mahpuslara yöneldi’
Savaşın derinleşmesiyle birlikte cezaevlerinde tutsaklara dönük hak ihlallerine değinen Fincancı, önce kitap sınırlamalarıyla başlayan baskıların ardından daha derinleşerek işkence boyutlarına geldiğini söyledi. Fincancı, askeri darbe girişimiyle birlikte çıkarılan OHAL ile birlikte bunun daha da yoğunlaştığını söyledi. Aslında darbecilere yönelikmiş gibi görünen saldırgan tablonun birden bire Kürtlere yönelik bir tabloya doğru dönüşüm gösterdiğini aktaran Fincancı, “Tüm politik mahpusların ve politik gözaltıların aslında burada en büyük baskıya maruz kaldığını görüyoruz” sözlerine yer verdi.
‘Çapraz’ın mektuplarına el konuldu’
İnsan Hakların Vakfı ve İnsan Hakları Derneği olarak sürekli mektuplar aldıklarını söyleyen Fincancı, ancak ellerine sansürden geçebilen mektupların geldiğini söyledi. Mektuplar dahil pek çok baskıcı sistemin olduğunu, bazı cezaevlerinde mektupların dahi yasaklandığını ve el konulduğunu ifade eden Fincancı, “Bunlardan birinin de Sibel Çapraz’ın mektupları olduğunu kendisine ve vakfa gönderilen mektuplara el konulduğunu Çapraz’ın ailesinden öğrendiklerini dile getirdi.
İletişim hakkına darbe
Öncelikle insanların en doğal hakkı olan iletişim hakkının ortadan kaldırıldığını belirten Fincancı, cezaevlerinde neler yaşandığını yalnızca kendilerine ulaşan mektuplardan öğrendiklerini, bunun da cezaevlerinin sivil örgütlere tamamen kapalı olmasından kaynaklandığını vurguladı. Şu anda cezaevlerinde hiçbir şekilde sivil bir örgütün gözlem yapma olanağının olmadığının altını çizen Fincancı, bu olanağın devlet tarafından ortadan kaldırıldığını söyledi.
Battıkça saldırıyorlar
“Hükümete dönük güven ciddi anlamda sarsılmış durumda, toplumda ciddi bir tepki var” diyen Fincancı, “Hükümet bu güven yitimini daha fazla baskı yaparak ortadan kaldırmaya çalışıyor” şeklinde konuştu. Fincancı, “Ekonomik kriz çok zorluyor toplumu ve biz biliyoruz ki Türkiye’de halklar genellikle siyasi partileri ekonomik kriz dönemlerinde hep cezalandırmıştır. Şimdi de halkların bu siyasi partiyi cezalandırma vakti gelmiş gibi görünüyor” dedi. Fincancı, hükümetin bu noktada daha baskıcı daha zorlayıcı toplumsal muhalefeti sindirmeye dönük adımlar atmasının kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
‘Dış ilişkilere ihtiyaçları var’
Fincancı, Birleşmiş Milletler (BM) Özel Raportörü Juan Mandez’in Türkiye’ye gelmesinin engellenmesini de değerlendirdi. Daha önce Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in Türkiye’ye geldiğini hatırlatan Fincancı, yaşanan işkence ve hak ihlallerinden çok rahatsız olduklarını söyledi. Ülkenin sürdürebilirliği açısından, ekonominin sürdürebilirliği açısından bütün dış ilişkilere gereksinimleri olduğunu belirten Fincancı, Mandez’in ziyaretinin ertelenmesi veya reddedilmesinin işkencelerin dış basına yansımasının önüne geçemeyeceğini belirtti.
Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması ve cezaevlerinde hak ihlallerinin sona ermesi talepleri ile süresiz dönüşümlü açlık grevine giren Şırnak Cezaevi’nde tutulan tutsakların durumuna da değinen Fincancı, cezaevi koşullarının yasağın olduğu yerde daha da kötü olduğunu söyledi. Fincancı, Cezaevlerinde hak ihlallerinin sürekli yaşandığını belirterek, “Cezaevleri her zaman bu ülkenin kanayan yarası olmuştur” dedi. Fincancı, ailelerin de aylardır yakınları ile görüşemediğini de hatırlattı. Şırnak Cezaevi’nde çocuk koğuşunda çıkan isyanla ilgili de “21’inci yüzyılda uyuz tedavisinin yapılamamış olması, yayılması, sağlık hizmetlerine erişimin de ne kadar sorunlu olduğunu gösteriyor” değerlendirmesi yaptı.
Cinsel işkence arttı
Cezaevlerinde özellikle kadınlara yönelik cinsel işkence ve saldırıların giderek arttığına dikkat çeken Fincancı, “Savaşlarda özellikle devletler kadınlara yönelir ve bunu da toprakları işgal etmek gibi görürler. Hükümet toplum üzerindeki hükümdarlığını sağlamlaştırmak için kadına yönelir” ifadelerini kullandı.
‘İşgal edilecek toprak olarak görüyorlar’
AKP’nin kadına bakış açısını gözardı etmemek gerektiğini AKP’nin kadınları ikinci sınıf yurttaş olarak gördüğünü vurgulayan Fincancı, AKP’nin kadına bakışı bir istisna değil, aslında genel olarak devletlerin kadın bedenini işgal edilecek topraklar olarak görmesiyle çok yakından ilişkili olduğunu söyledi. Yaptıkları bir takım düzenlemeler, eğitim sistemine getirdikleri değişiklikler, kadın bedenine ilişkin söylemleri, kadınların özel yaşamlarına ilişkin müdahale biçimleriyle de aslında kadına yönelik bakışların göstediğini belirten Fincancı, “AKP’nin kadına bakışı bir istisna değil, aslında genel olarak devletlerin kadın bedenini işgal edilecek topraklar olarak görmesiyle çok yakından ilişkili”dedi.
‘Bu bize bir mesajdı’
İşkencenin belgesini özellikle de darbeci olduğu iddia edilen insanlar üzerinde yaptıklarını ve bunu hepimize kendi medya organlarıyla gösterdiklerini söyleyen Fincancı, bunun topluma bir mesaj olduğunu böyle okumak gerektiğini dile getirdi. Günümüzde elektronik ortamın bu kadar gelişkinliğine, sosyal medyanın bu kadar yaygın kullanımına dikkat çeken Fincancı, “Bu bilgilere ulaşmak için Türkiye’nin içine gelmesi gerekmiyor. En azından resmi olarak bir süreliğine resmi açıklama yapmasını engelliyor” dedi.
Askeri darbe girişimi kapsamında başlatılan cemaat soruşturması kapsamında gözaltında yaşanan hak ihlallerini de değerlendiren Fincancı, “Gözaltına alınanlar bunlar alışık olmadığı bir devlet yüzüyle karşı karşıyalar. Bugüne kadar darbeci dedikleri kişiler şiddet uyguluyordu. Şimdi ise onlar gözaltına alındı ve onlara şiddet uygulandı” dedi. Fincancı, Kürt kentlerinde bombardıman yapanların da gözaltına alındığını ve hak ihlaline uğradığını söyledi.
‘Günde üç telefon alıyorum’
Kim olursa olsun insanların adil yargılanarak cezalandırılması gerektiğini aktaran Fincancı, “Ben günde en az üç telefon alıyorum. Türkiye’nin değişik illerinden hak ihlallerini paylaşan insanlar var. Ve çok çaresizler tabi ki, çünkü bir dayanışma da yok aralarında zaten çok korku içindeler. Sinmiş ve sukun haldeler” ifadelerini kullandı.
Cemaatle ilişkilendiren kişilerin haklarının ellerinden alındığının altını çizen Fincancı, çok sayıda kişinin mal varlıklarına el konulduğunu, maaşlarının kesildiğini ve emekliliği geldiği halde bütün haklarının ellerinden alındığını söyledi.
Bizim dayanışma ağımız var
Yıllardır insan hakları mücadelesi verdiklerini hatırlatan Fincancı, “Yürüttüğümüz mücadelede alnımız dik ve ak. Çok büyük bir dayanışma ağımız var. Hiçbir zaman hak ihlallerine karşı sessiz kalmadık ve sürekli devletin yüzünü teşhir ettik. Cemaat soruşturmasında gözaltına alınanların bir dayanışma ağları olmadığı için bugün yalnız kaldılar. Ama ne olursa olsun kimin ne suç işlediği iddia edilirse edilsin temel insan haklarından yararlanması gerektiğini, ifade özgürlüğünün temel olduğunu, haber alma hakkımıza sahip çıkmamız gerektiğini ve işkencenin asla kabul edilemeyeceğini, adil yargılama mekanizmalarının ve hukukun üstünlüğünün hayata geçirilmesi gerektiğini söylemek zorundayız” sözlerini kullandı.
Gülcan Kılagöz / İSTANBUL
Kaynak: Tutsaklar