Haber Merkezi | 14.07.2019 | ATİK İsveç Komitesi kampanya kapsamında ırkçılık ve terör yasası üzerine yazdığı raporu kamuoyu ile paylaştı. Biz de AHM olarak raporu olduğu gibi yayınlıyoruz.
İSVEÇ’TE IRKÇILIĞIN DÜNÜ-BUGÜNÜ VE GÜNCEL TERÖR YASASINA KISA BAKIŞ
Yazıya başlarken önemli bulduğumuz bir konuya değinmek istiyoruz. İsveç’te ırkçı-faşist yapılanmaların, önder kadroları ve aktivistleri bir usta-çırak ilişkisiyle yoğrulmuştur, ustalaşmış her çırak kendi yolunu yani örgüt ya da parti, olmuyorsa kendi yayın organını kurmuştur. İsveç’teki ırkçı kesim kadar bölünen, parçalanan ve tekrar bir araya gelip tekrar bölünen politik bir kesim görülmemiştir. Her ayrışmadan yeni bir örgüt ya da parti çıkmış, yeni umutlarla ırkçı kitleler toplanmak istenmiş ve ayrılınan gruba karşı olabildiğince yoğun bir karşı-propagandaya (karalamalara-dedikodulara) başvurulmuştur. Günümüzde güçlü bir kitle desteğine ve parti aktivistlerine sahip olan ırkçı İsveçdemokratları da 1930’lardan başlayıp günümüze kadar süren usta-çırak geleneğinin ve bölünmelerin bir parçası olup bu sürecin dışında tutulamaz. Yazımızın ırkçılıkla ilgili bölümünün tarihsel gelişiminin dışında asıl konusu, yapısı ve gücü nedeniyle İsveçdemokratları olacağından bu durumu açıklamamız gerekiyor.
İsveç’te faşist-ırkçı partilerin/örgütlerin ilk oluşum süreci ve İsveçdemokratları’nın kurulması
Günümüzde faşist ve ırkçı yapılanmalar Hitlerci nasyonalsosyalist ideolojiyle kiyaslandığından çoğu zaman büyük yanılgılara neden olabiliyor. Oysa Hitlerci düşünce faşist ve ırkçı ideoloji içerisinde en demagog ve tarihsel bakımdan en ciddi örgütlenmeyi ve pratiği sergilediğinden yaygınlaşmış bulunuyor. Ne var ki faşist-ırkçı ideoloji içerisinde Hitlerci düşünce koca bir ağacın yalnızca bir dalı. Elbette bu durum bu düşünce yapısınınn içeriğini, tarihsel anlamda oynadığı rolu, gelişimi ve sonuçları itibariyle önemsizleştirmiyor. Tam tersine faşist-ırkçı ideolojinin bugünkü örgütsel yapısının ve ideolojisinin temel dayanağını oluşturuyor demek hatalı ya da eksik olmayacaktır. Hitler ve partisinin yanısıra İspanya’da Falangistler, Norveç’te Quisling Hareketi, İsveç’teki faşist-ırkçı ve milliyetçi yapılara büyük etki sağlayan Rumen Demir Muhafızlar ve Macar Ok Haç Hareketi ve Hollanda’daki Mussert Hareketi gibi fraksiyonlar ve örgütlenmeleri de es geçmemekte fayda var. Hitler’in Almanya’da iktidar olmasının öncesinde, faşist-ırkçı ideoloji ve örgütlenmesinde daha önemli rol oynayacak olan İtalya örneğinde, 1919 yılında Fasci di Compattimento’nun kurulması ve 3 yıl sonrasında ise Benito Mussolini önderliğindeki Partido Nazionale Fascista (PNF)’nın dünyada seçimle iktidara gelen ilk faşist-ırkçı parti olması bakınından önemli bir detay oluşturuyor. Yukarıda saydığımız tüm bu örgütlerin ve hareketlerin faşist-ırkçı ideoloji içinde kendi öz çelişkileri ve düşünce yapıları olmasına ve kendi çizgileri doğrultusunda birbiriyle sıkça çelişkiye ve tartışmaya girmesine rağmen kendileri için kullandıkları ve yüceltmeye çalıştıkları ortak ad “Milli Hareket“ olmuştur ve bu yapıların tümü kendi dönemlerinin ve günümüzün faşist hareketinin temel yapısını (ideolojik ve örgütsel) bu ad altında oluşturmuştur. Milli Hareket’i biraraya getiren ve günümüze kadar kullanılan iki temel faktör (Komünizm dışında) anti-semitizm ve anti-demokrasi olmuştur.
İsveç’te faşist-ırkçı yapılanmaların başlangıcı ilk üç hareket olan Furugård Hareketi, Lindholmcular ve İsveç Milli Federasyonu’yla olmuştuır. Furugård Hareketi, asıl adı İsveçli Nasyonalsosyalist Partisi (SNSO); Birger, Gunnar ve Sigurd Furugård adında üç kardeşin partiyi 1929-1930 yıllarında kurmasıyla bilinir. Parti’nin kurulmasının öncesinde İsveç’in ilk ırkçı örgütü yine bu üç kardeş tarafından 1924 yılında kurulmuş fakat bir etkisi olmamıştır. SNSP’nin başkanı Birger Furugård olmuştur. Önemli uluslararası ilişki ağına sahip olan Birger, daha ilk dönemlerde Alman nazi partisiyle yakın ilişki kurmuştur. 1920 yılında Birger iki kardeşini Almanya’ya göndererek Hitler ile görüşmelerini sağlamıştır.
Lindholmcular; asıl adı Nasyonalsosyalist İşçi Partisi (NSAP) olan ve 1933 yılında Sven-Olof Lindholm tarafından Furugård Hareketi’nden ayrılarak kurulan partidir. Ayrıldığı Furugård Hareketi’nden daha büyük etkiye sahip olmuştur ve Alman modeliyle örgütlenerek güçlü bir hiyerarşiye ve tek adam modeline sahip olmuştur. Güçlü bir yapıya sahip olan Nordisk Ungdom (Kuzey Gençlik) örgütü ile yakın ilişkide olmuş, bunun yanısıra güçlü bir istihbarat örgütlülüğü oluşturarak liberaller, Yahudiler ve işçi hareketi ile ilgili kişiler hakkında veriler toplamıştır. Parti sonraları adını Svensk Socialistisk Samling (SSS) yani İsveç Sosyalist Birliği şeklinde değiştirmiş ve NSAP/SSS olarak tanına gelmiştir.
Üçüncü önemli örgüt olan ve faşist-ırkçı örgütlerin arasında ilk kurulanlardan biri olan İsveç Milli Federasyonu (Sveriges Nationella Förbund – SNF), 1915 yılında İsveç Milli Gençlik Federasyınu (Sveriges Nationella Ungdomsförbund) adıyla kuruldu ve o dönem muhafazakar sağ öğrencilerin bağımsız derneği olarak faaliyet yürüttü. 1920’li yıllarda ciddi anlamda milliyetçi-ırkçı bir politik çizgi izleymeye başladı. 1933 yılında Hitler önderliğindeki Naziler’in Almanya’da iktidar olmasıyla birlikte örgüt muhafazakar kesimle ilişkisini keserek (tersi de olabilir) 1934 yılında İsveç’in en Alman yanlısı örgütlerin arasında yer almaya başladı. Bu kopuşla beraber mecliste yer alan kimi sağ-muhafazakar milletvekilleri partileriyle ilişkilerini keserek örgüte katıldılar. Böylece SNF İsveç’te parlamentoya giren ilk faşist-ırkçı parti olarak tarihe geçti ve bu dönemden İsveçdemokratları’nın parlamentoya girebilmesine kadar hiçbir faşist yapılanma İsveç Parlamentosu’na giremedi. 1920-1930 yıllarında özellikle Almanya, İspanya ve İtalya’da gelişen-kitleselleşen faşizm, İsveç’tekil altın çağına rağmen aynı kitleselliği sağlayamadı. 1900’lerin başlangıcından iki savaş arası döneme kadar faşizmin değil işçi, devrimci hareketin gelişimi halk arasında yaygınlaşmıştır. Sosyaldemokrat İşçi Partisi’nin Halkevi modelinin oluşturduğu dayanışma, birarada olma, paylaşma ve politik istikrar gibi düşüncelerin yanısıra devrimcilerin adalet, eşitlik ve kalkınma gibi politikaları ırkçılığa karşı günümüze kadar kitleler üzerinde önemli işleve sahip olmuştur. Bu durum, günümüzde burjuvazinin milliyetçi, şoven ve ırkçı politikaları kitleler arasında yayarak etkisini ciddi anlamda yitirmesine neden olmuştur ve İsveçdemokratları son genel seçimlerde üçüncü büyük parti olarak mecliste kilit bir role sahip olmuştur.
Yukarıda bilgi verdiğimiz üç örgüt ve irili ufakli birçok örgütün ideolojileri dışında birbirlerini rakip olarak görmeleri ve “milli hareket“in içinde yer almaları gibi benzerlikleri vardı. Dönem dönem “milli hareket“in birleşmesi gerektiğine dair vurgular yapılsa da birliğin kim tarafından yönetileceği gibi konular birliğin kendisinden fazla konuşulduğundan istenilen milli birlik bir türlü oluşturulamamıştır. Birlik tartışmalarını 1950’lerle birlikte yürüten ve öncülük etmeye çalışan isim Per Engdahl olmuştur. Bu faşist ciddi politik yeteneklere sahip önemli bir ideologtu. Örgütlendiği 1920’lerden 1994’teki ölümüne dek “milli hareket“ içinde birçok örgütte yer almış, ırkçı kesimler tarafından mitolojik ve put bir kişi olarak görülmüştür. Önemli bir edebiyatçı ve gazeteci olan Engdahl, ne savaş öncesi ne de sonrasında istediği (veya kendisini konumlandırdığı) bir konuma ulaşamamıştır. Her doğan harekete ya da içinde olduğu örgütlerde liderlik etmek üzereyken ikinci adam olarak geri plana düşmüştür. Bu anlamda faşist liderler arasında tam bir ezik olarak İsveç politik tarihinde yer edinmiştir.
Engdahl, 1926 yılında örgütsel anlamda Mussolinici, akım olarak ise Hitlerci bir yol izleyen Sveriges Fascistiska Kamporganisation SFKO (İsveç Faşist Mücadele Örgütü)’ya katılarak siyasi hayatına ve politik eğitimine başlamıştır. Bu örgütün liderleri arasında eski Alman askeri Kongrad Hallgren ve daha önce yazımızda adı geçen Sven-Olof Lindholm bulunuyordu. 1929 yılında, Nürnberg’teki Nazi parti günlerinden sonra örgüt, adını Nationalsocialistiska Folkpartiet (Nasyonalsosyalist Halk Partisi) olarak değiştirmiştir. Kongrad Hallgren’in liderliğine dair bölge örgütlülüklerinin artan eleştirisinin sonucu olarak Stig Bille önderliğindeki Göteborg örgütlülüğü ayrılık ilan ederek Neoisveç Halk Federasyonu’nu kurdu. Per Engdahl, Uppsala örgütlülüğüyle birlikte partiye katıldı ve Uppsala’daki örgütlülüğün lideri oldu. Bir süre sonra Kongrad Hallgren tekrar NF’e dönerken, Engdahl aynı yılın sonbaharında Uppsala’daki kimi faşistlerle birlikte Yeni İsveç Derneği’ni kurdu. 3 yılda yeni bölge derneklerinin de kurulmasıyla birlikte dernek adını Yeni İsveç Ülke Federasyonu olarak değiştirdi. Böylece Engdahl ilk defa istediği konuma ulaşmış oldu. Ne var ki bu örgüt “milli hareket“ içindeki diğer örgütlere nazaran yaygınlaşamamış ve “milli hareket“ içerisinde bile fark edilmemiştir. Buna rağmen, kendilerine Neoisveçliler adını yakıştıran bu grubun içinde İsveç’teki faşist-ırkçı harekete yön verecek olan Rutger Essen, Nora Torulf ve Bengt-Olof Ljungberg gibi önemli isimleri barındırıyordu. 1937 yılında İsveç Milli Federasyonu ile birleşerek ilk defa istediği kitle çoğunluğuna liderlik etmeye başlayan Endahl, özellikle Lindholmculara ve “milli hareket“ içindeki diğer örgütlerle rekabete ve açık tartışmaya girişerek kendi görüşlerini ve örgütünü yaygınlaştırmak istedi. Bu dönem politikalarına yön veren iflah olmaz Yahudi düşmanlığı ve Hitler desteğiydi.
Almanlar’ın savaşı kaybetmesiyle Avrupa’daki faşist örgütlenmelerin çoğu peşinsıra yok oluyordu. Ayakta kalabilenlerin çoğu da yok olmama mücadelesine girdi. Bu dönemde, 1945 yılında, Engdahl İsveç’te bir ağ oluşturarak savaş suçu işlemiş olan Nazilere ve başkaca faşistlere koruma yardımı yapmış ve devamında bunların Güney Amerika’ya kaçabilmelerini sağlamıştır. Savaş sonrasındaki ilk yıllarda Engdahl Almanların bazı hatalar yaptığını fakat karşı tarafın da suçlu olduğunu ve basında karşı tarafın mağduriyetinin ön plana çıkarıldığını propaganda etmiştir. Bu, o dönem (faşist örgütlerin düşüncesiyle) yapılmalıydı ve günümüzdeki “milli hareket“in temelini oluşturması bakımından önemli bir konuydu.
İtalya’da Mussolini’nin devrilmesinin ardından 18 ay geçmiş olmasına ve yasada yasak olmasına rağmen Mussolini’nin propaganda bakanı Giorgio Almirante tarafından Roma’da Mussolini’nin faşist partisi Movimento Sociale İtaliano (MSİ) adıyla tekrar kuruldu ve halkın %4-5’lik bir kesimini etrafında topladı. 1995 yılında adını Allenza Nazionale (AN) olarak değiştirdi ve 2001’de Silvio Berlusconi’nin Forza İtalia adlı ve faşist-ırkçı Lega Nord’un da yer aldığı koalisyon hükümetinde yer almayı başardı. Böylece Mussolini’nin partisi 56 yıllık aradan sonra İtalya’da tekrar iktidara gelmiş oldu. Bu durum faşist-ırkçı İsveçdemokratları için büyük coşkuya neden oldu ve İsveç’e dair umut oldu. Yine bu partinin Avusturya’daki Haiderscilerle iyi ilişkiler kurması Avrupa’da “milli hareket“in birliği için umutları büyütüyordu. Bu amacı 1950’lerde güden Per Engdahl, Roma’da Alman, İtalyan, İspanyol, İsviçreli, Avusturyalı, Hollandalı ve Belçikalı delegelerin katıldığı bir konferansta yaptığı konuşmayla öne çıkmış ve Avrupa’daki faşist-ırkçı örgütlerin konfederal birliğinin sağlanması için gerekli adım atılmıştır. Per Engdahl böylece özlemini çektiği uluslararası üne kavuşmuş ve “milli hareket“in Avrupa’daki önemli sözcülerinden olmuştur ve bır yıl sonrasında yapılacak olan toplantının İsveç metropollerinden olan Malmö’de yapılmasını sağlamıştır. Bu toplantıda Avrupa’daki milli birlik kurulmuştur. Engdahl, Roma’daki konferansta sunduğu proğramı (aslında sunduğu kendi parti proğramıydı) onaylatmış ve Avrupa’daki “milli hareket“in birliğinde bu proğram Carta di Roma adıyla resmîleşmiştir. 1950’lerin sonuna doğru bu örgüt resmi rakamlara göre 10.000 bölge örgütlülüğü ve yaklaşık 4 milyon üyeye ulaşmıştır.
1970’lerin sonuna doğru ciddi anlamda yok olmakla karşı karşıya kalan İsveç’teki “milli hareket“ yeni arayışlara girdi. İsveç Ülke Federasyonu’nun öncülüğünde Bevara Sverige Svenskt – BSS (İsveç’i İsveçli Olarak Koru – “İsveç İsveçli Kalsın“ anlamında) adında yeni bir örgüt kuruldu. Yenilik arayılşarının sonucu olarak kurulan bu örgüt, politikasını belirlerken Yahudi düşmanlığı ve ırk bilimi yerine 1970’lerde gelen göç dakgasuyka ilgili politika yapmayı daha doğru bularak gençleri örgütlemeyi hedeflemiştir. BSS’teki yönetici kadrosunda yer alan ve göze çarpan bir ad da Leif Zeilon olmuştur. Leif Zeilon aynı zamanda BSS’in İsveçdemokratları’na evrilmesinde önemli rol oynayarak “milli hareket“ içinde üne kavuşmuştur. Bir başka ad ise Sven Davidsson’du. 1931 yılında doğan bu faşist, Neoisveç Hareketi’ne üye olarak politik yaşamına başlamıştır. Per Engdahl’ın överek bahsettiği bu kişi, 1960’larda bu örgütün yönetici kadrosunda yer almıştır. Diğer bir kişi de Niels Mandell olmuştur. 1947 doğumlu olan bu faşist örgütlü hayatına Nordiska Rikspartiet (Kuzey Ülke Partisi)’nde başlamış ve bu partinin militan sokak örgütlülüğü olan Riksaktionsgrupperna RAG (Ülke Eylem Grupları)’nın lideri olmuştur. 1970’lerde faşist Leif Zeilon ile yakın arkadaşlıkları başlamış ve BSS’nin kuruluşunda yer almıştır. Faşist-ırkçı örgütlenmelerde ün yapmış olan diğer adlardan Gösta Bergquist ve Christopher Jolin de BSS’nin önemli kurucu kadrolarındandır.
BSS’nin hangi akımdan etkilenerek kurulduğu ve çizgisini kimden aldığı sorusu sıkça sorulmuştur. Ne var ki bu örgüt Per Engdahl faşistinin 1979’un Nisan ayında yayınladığı “Göçalımının Riskleri“ (İnvandringens Risker) adlı proğramatik yazısının 3/4 ay sonrasında kurulmuştur ve kendi proğramları büyük ölçüde bu proğramın yansıması olmuştur. Bununla birlikte BSS’nin kurucularının çoğunun Engdahl ile yakın ilişkide olduğu gerçeği de akılda tutulmalıdır. Bunlardan en göze çarpan üç kişi Leif Zeilon, Christopher Jolin ve Sven Davidsson’dur.
1983 yılında ilk yıl toplantısını gerçekleştiren BSS, bu döneme kadar cılız bir örgütlenme olarak kalmıştır. Kitleselleşememiş olmasına rağmen önemli örgütsel yapı oluşturarak sağlam bir örgütlenme kurmayı becererek dikkat çekmiştir.
17 Kasım 1986 yılında yayınlanan bir açıklamayla İsveç Partisi, BSS’nin Framstegspartiet – FsP (Kalkınma Partisi) ile birleşerek kuruluşunu ilan etmiştir. İsveç Partisi’nin varlığı kısa sürmüş olsa da partinin içinden İsveçdemokratları çıkmış olduğundan günümüzde önemli bir yere sahiptir. Yıllar yılı süren iç oyunların ve entrikaların sonucunda 1988 yılında bir iç darbeyle BSS partiyi ele geçirmiştir. 1988-1990 yılları BSS kadrolarından oluşan İsveçdemokratları ile Lindholmcular’ın son çatışması olarak “milli hareket“ tarihinde yer edinmiştir. Her ne kadar Per Engdahl faşistinin düşünceleri BSS’nin ilk yıllarında etkin olduysa da İsveçdemokratları’nda asıl etki yaratan ve öne çıkan akım Lindholmcular’dan kalan miras olmuştur. Lindholmcu eski kadrolardan faşist Gösta Bergquist ve Gustaf Ekström’ün partiye katılmaları parti tarihlerinde önemli kazanımlar olarak görülmüştür. Gustaf Ekström, 1941-1943 yıllarıında Waffen-SS içinde savaşmış azılı Hitlerci bir faşist olarak tanınagelmiştir ve aynı zamanda Lindholmcular’ın Alman Nazi partisindeki Sturmabteilung (SA)’nın karşılığı olan Stormavdelningen (SA)’in liderliğini yapmıştır.
1990-1995 yılları İsveçdemokratları’nın gelişim ve inşaa yılları olmuştur. İlk parti lideri yukarıda adı geçen NRP’ye bağlı RAG’ın liderliğini de yapmış olan Anders Klarström olmuştur. İlk tutukluluğunu 19 yaşında tecrübe eden faşist Klarström; tehdit, hırsızlık, mala zarar verme ve sahte alarm vermeye yardım etmek suçlarından dolayı hapis cezası almıştır. Sorgu sırasında kabul ettiği diğer eylemler ise sol yayınevlerinin kundaklanması, Halkevi’ne asılsız bomba ihbarı ve askerliği döneminde İsveç Ordusu’ndan çaldığı kurşunların NRP’ye teslim edilmesiydi. 1991 yılında parti yöneticiliğine getirilen Bo Nilsson, 2000’lerin başında Nationalsocialistisk Front – NF (Nasyonalsosyalist Cephe)’in liderlerindendi. NF, 1994 yılında Karlskrona’da kurulmuş ve adını değiştirdiği Kasım 2009 yılına kadar militan faşist örgütlenmelerin en tanınmış olanlarından biri olarak ün yapmıştır. 2009 yılında Svenskarnas Parti – SVP (İsveçlilerin Partisi) adını alarak imaj değişikliğine gitmiştir. Ne var ki hala militan yapısını korumuş ve faşist-ırkçı saldırıların başını çekmeye devam etmektedir.
NF’ye benzeyen bir başka örgüt ise NMR kısaltmasıyla bilinen Nationella Motståndsrörelsen (Milli Direniş Hareketi)’dir. 1997 yılında kurulan bu örgüt günümüzde bombalı saldırılar ve antifaşist aktivistlere yönelik saldırıların NF ile başını çekmektedir. 2017 yılının Eylül ayında Göteborg’ta ve Stockholm’de yürüyüş düzenlemek istemişler fakat onbinlerce antifaşistin engellemesiyle yürüyüşleri başlamadan polis kontrolü altında geri çekişmişlerdir. Konuyla ilgili o dönem AHM’nde haber yayınlanmıştır. Detaylı bilgi için AHM’ne bakılabilinir.
Faşist-ırkçı İsveçdemokratları ile devam edelim ve günümüzdeki durumlarına bakmakla yazımıza devam edelim. Daha önceleri kendini demokratik milliyetçi bir parti olarak tanıtan İsveçdemokratları, 2011 yılında kendini “milliyetçi temel görüşlü sosyalmuhafazakar bir parti“ olarak tanıtmaya başladı. 2010 yılındaki genel seçimlerde %4 barajını %5.7 oyla aşarak ilk defa İsveç Parlamentosu’na milletvekili sokabilmiştir. 2014 yılında %7 oranında bir artış göstererek %12.86 oy alarak önemli bir güce ulaştı. 2018 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerde tarihinin en yüksek oyunu alarak aynı zamanda “milli hareket“in ulaşmış olduğu en üst boyuta ulaşarak %17.53 oyla İsveç’in üçüncü büyük partisi oldu. Böylece hükümetin kurulamamasında önemli rol oynayan faşist-ırkçı İsveçdemokratları tüm fiyaskolara ve skandallara rağmen yükselişini sürdürmektedir. Seçimlerden sonra seçimlerle ilgili AHM’de yayınlanan haberde günümüzde doğruluk payını koruyarak şöyle denmişti:
“İsveç Demokratları ise oylarını yükseltmiş olmalarına rağmen büyük hüsrana uğramışa benziyor. Seçim öncesinde yapılan kamuoyu araştırmalarında partilerinin oyunun %25-30 civarında olabileceği ve kendilerinin parlamentoda ikinci büyük parti konumuna erişeceği tahmin ediliyordu. Bunun nedeni partinin çoğalan kitlesiyle kendilerine oy verecek olanların çoğunun henüz bunu açıklayacak cesaretlerinin olmayışıydı. Ne var ki seçim sonuçlarında 14 koltuk kazanmalarına ve oylarını %4.7 puanla arttırmış olmalarına rağmen ikinciliğe yükselemeyerek %17.6 puan ile yetindiler. Buna rağmen ciddi bir artış yakalamaları, eskisinden çok daha rahat hareket edecekleri ve parlamentodaki konumları nedeniyle ciddi tehdit oluşturacakları gerçeğiyle karşı karşıyayız.“
İsveç genel seçimlerinde yarım asırlık bir blok çekişmesinin ardından ilk defa bloklararası bir hükumet kurulmuştur. Bakanlıklar Sol Parti tasfiye edilerek Sosyaldemokrat İşçi Partisi ve Doğa Partisi arasında dağıtılmış ve bu azınlık hükumeti Merkez Partisi ve Liberaller’in desteğiyle görevini sürdürmektedir. Burjuvazinin bu “çözüm“ü görünürde faşist-ırkçı İsveçdemokratları’na ve Sol Parti’ye karşı bir tedbir olarak değerlendirilebilir ki partilerin söylemleri bunu doğrulamaktadır. Irkçılığın artışıyla beraber daha şoven, daha askeri bir politika bir önceki hükumet süresince işlenmiş ve bugün daha yoğun bir konumlanış alarak sürdürülmeye devam edecektir. Daha önce İsveç’teki ordulaşma üzerine sunduğumuz rapor konunun ciddiyetini ve kapsamını aktarması bakımından önemlidir. Bu durum faşist-ırkçı zihniyetin yaygınlaşmasıyla paralel gelişmiş ve birbirlerinden bağımsız olarak ele alınması son derece hatalı sonuçlara yol açacaktır. İsveç’te, faşist-ırkçı yapılanmaların gelişmesi ve yaygınlaşması Bati Avrupa’daki burjuva demokrasisinin kalelerinden olan İsveç’in de kaybedilmesini beraberinde getirerek Avrupa için önemli kayıplara ve tehditlere yol açacaktır. Danimarka, Macaristan, Avusturya ve İsviçre’deki faşist-ırkçı dalganın Almanya ve İsveç’te de iktidara talip olması korkunç sonuçları beraberinde getirmektedir.
İsveçdemokratları’nın tarihsel kökeni, günümüzdeki partililerin ve yöneticilerin ırkçı söylemleri ve bazılarının yargılanmaları bize tüm inkarlarına rağmen faşist-ırkçı ve şoven-militarist bir parti olduğu gerçeğini göstermektedir. Kendilerinin bu durumu inkar etmesi, kitleler üzerinde manipulatif söylemlerde bulunarak ve mağduriyet üzerinden gündem oluşturarak etki sağlamaları işçi sınıfı örgütlülüğünün zayıf olmasının sonucu olarak görülmelidir.
Yeni Anti-terör yasaları üzerine
Öncelikle belirtmemizde fayda var ki konuyla ilgili kapsamlı bir rapor yazacak yeterince kaynağa ulaşamadık. Buna rağmen yasalardan faydalanarak bir sonuca ulaşmaya çalıştık. Her haliyle yetersiz olan bu bölüm, konuyla ilgili yeni kaynaklara ulaşmamız durumunda tekrar gözden geçirilecek ve detaylı bir rapor haline getirilecektir.
İsveç’te 2016 yılının Nisan ayında AB yasalarına uygun olarak düzenlenen terör yasası o dönem açılan ve 2018 yılında sonuçlanacağı açıklanan soruşturmayla beraber kimi değişikliklerle günümüzde varlığını sürdürmektedir. 1973 yılında ilk defa geçici bir yasa olarak çıkan ve 1975 yılında Batı Almanya konsolosluğunda gerçekleştirilen rehine eyleminin ardından 1976 yılında kalıcılaştırılan yasa 2001’de ABD’ndeki İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırının sonucunda ABD ve AB’nin girişimleri sonucunda 2003 yılında düzenlenerek ortaklaştırılan terör yasası bugün ilk çıkış anından farklı olarak yasadışı silah bulundurmaktan tutalım da topluma bilinçli olarak hastalık yaymağa kadar geniş bir içeriğe sahip.
İlk haliyle oldukça sınırlı tutulan bu yasa yalnızca pratikte gerçekleştirilen eylemler veya somut veriler üzerinden değerlendirildiğinde kullanılabiliniyordu. 2016 yılında değiştirilen ve daha sonra günümüze kadar olan süreçte düzenlenen yasaya göre terör kapsamına giren herhangi bir eyleme ya da olaya hazırlık müebbet hapis cezasıyla cezalandırılabilecek. Yine, terör örgütü listelerinde yer alan örgütlere ve/veya bireylere finans sağlayanlar, başka ülkelerde terör faaliyetleriyle ilgili seyahat düzenleyenler veya bu örgütlerin içinde yer alanlar ve savaşanlar cezaya tabii tutulacaklar. Bu tür fiillerle ilgili olarak İsveç ihstibaratına tam yetki verilmiş ve geniş kapsamlı gizli soruşturmaları yapabilmenin önü açılmıştır. Eleştiriyle karşılanan bu duruma karşılık SÄPO (İsveç İstihbarat servisi) yaptığı bir açıklamayla hedeflerinin açılacak dava sayısı değil terör kapsamındaki faaliyetlerin engellenmesi olduğunu belirtmiştir. Bu durumda evde aceton bulundurmanın gizli soruşturmaya neden olabileceği ve özel hayatın takip altına alınabileceği sözkonusudur.
2010 yılında terör örgütlerine üye toplama, eğitim ve açık çağrıda bulunma suç kapsamına dahil edildi. 2016 yılında ise başka bir ülkede savaşmak terör kapsamında değerlendirilerek örneğin Rojava’da gerçekleştirdikleri direnişle örnek oluşturan YPG saflarında mücadele yürüttükten sonra İsveç’e dönmek hapis cezasıyla cezalandırılacak. 1 Nisan 2016 yılında yasanın yürürlüğe girmesinin hemen ardından Stockholm Arlanda Havalimanı’ndan Almanya’ya uçacak olan bir yurtseverin araması olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığı ve süphe üzerine bir süre gözaltında tutulduğu haberi basında yer almıştı. Yine bu dönemde, evine baskın yapılan bir Suriyelinin çocuklarının önünde şiddet uygulanarak gözaltına alındığı ve bir süre tutuklu yargılandıktan sonra suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakıldığı da o dönem basında geniş yer bulan haberlerden biriydi.
Terör suçu Hakkında Ceza Yasası (2003:148) olarak adlandırılan yasaya göre, terör kapsamında alınan ceza durumunda 4 yıldan başlayan ve ömür boyu hapse kadar sürebilecek olan cezalar sözkonusudur. Terör cezasıyla yargılananların yukarıda belirttiğimiz suçların dışında adam öldürerek toplumda korku yaratmak, devleti tehdit eden veya devleti engelleyen bir eylemde bulunmak, adam kaçırmak, yasadışı silah bulundurmak veya kullanmak, kamu malına zarar vermek, sabotaj, ikili kullanım amaçlı maddeler bulundurmak ve bu maddeleri içeren 3§ 14-17 yasaları kapsamında yer alan maddelerin kaçakcılığını yapmak gibi yasa maddeleri bulunmaktadır.
3 Şubat 2019
ATİK İsveç Komitesi
Kaynak: Avrupa