FRANKFURT |17-11-2015| 15 Nisan’dan buyana Almanya, İsviçre ve Fransa’da tutuklu bulunan 10 ATİK Aktivisti ve Devrimciler üzerine Frankfurt Halkevi’nde bir panel gerçekleştirildi. 15 Kasım günü gerçekleştirilen bilgilendirme ve tartışma paneline, antifaşist kimliği ile bilinen, Frankfurt Antinazi Koordinasyon sözcüsü Hans Christof Stood, Müslüm Elma’nın Avukatı Stephan Kuhn ve UPOTUDAK adına Süleyman Gürcan katıldı.
Panelin gidişatı hakkında bir bilgilendirme yapan moderator, almanca ve türkçe yapılan ve 20 ye yakın kurum ve platform tarafından desteklenen panel çağrısını okudu.
Panelde ilk sözü alan Hans Christoph Stoodt, Alman devletinin tarihsel gelişimi içerisinde devrimcilere, antifaşistlere ve Komünistlere olan yaklaşımını anlattı. 17., 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’da gelişen devrimlerde Almanya’nın diğer devletlere oranla farklı bir gelişim kaydettiğini belirten Stood, Alman Burjuvazisinin tek başına bir devrim gerçekleştiremediğini, dağınık bir devlet sisteminden geldiğini bu dağınıklığın farklı gelişimlere yolaçtığını belirtti. Stood, ‘devrim Almanya’da yarım kalmış bir durum olarak kaldı yıllar boyunca. burjuvazi tam hakimiyet elde edemedi feodal egemenlere, onlarla uzlaşarak iktidara geldi ve işçi sınıfını, devrimcileri, komünistleri feodal beylerle uzlaşarak bastırdı ve dağıttı. 1819 yılında Alman devleti ilerici öğretmen ve meslek sahibi olanlara yönelik bir çalışma başlattı ve Meslekten men yasasını getirerek ilericilere yönelik bir saldırı başlattı. 19. yüzyıl devrimcilere yönelik Alman devletinin saldırılarının olduğu bir yüzyıldır. Alman devletinin gerçek bir burjuva geçmişinin olmamasının arkasında feodalizmle uzlaşması yatar‘ dedi. Komünist mücadele tarihinden kesitler hakkında bilgiler veren Stoodt, 20 yüzyılın başında KPD’nin kuruluş aşamasında önderlerinin, Rosa ve Karl’ın katledildiğini belirtti. 1923 yılında ve yeni kurulan Federal Almanya’da da KPD’nin yasaklandığını belirten Stoodt, Sosyal Demokrat hükümetlerinin komünistlerin katledilmesinde ve yasaklara maruz kalmalarında önemli rolleri olduğunu ve Meslekten men yasağı başta olmak üzere, devrimci ve ilericilere yönelik baskıların günümüzde Alman devletinin en temel politikası olduğunu belirtti
Ardından sözü alan UPOTUDAK temsilcisi Süleyman Gürcan, Ankara, Paris, Silvan ve Kürdistan başta olmak üzere umut yolculuğunda hayatlarını kaybedenleri anarak başladığı konuşmasında tutuklama süreci ve tutsaklar hakkında bilgi verdi. ATİK ve önceli ATİF’in kuruluşu hakkında bir bilgilendirmede bulunan Gürcan, ‘ATİK bir paravan kurum olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Türkiyeli göçmen işçilerin (o dönemin tabiriyle Türkiyeli misafir işçilerin) kurdukları bir özörgütlenmedir ATİK ve ATİF. 70’li yıllarda kurulan işçi ve emekçi derneklerinin 76’da federasyonlaşmasıyla birlikte, hak alma mücadelesi 86’da Avrupa düzeyinde Konfederasyonlaşarak ATİK’i oluşturdu. ATİK bugün Avrupa’nın bir çok yerinde örgütlü faaliyeti bulunmakta, bunun yanında birde gençlik ve kadın mücadelesi içinde yer almaktadır. ATİK ayrıca uluslararası mücadeleninde önemli bir bileşeni olduğunu ortaya koymuştur. Göçmenlerin demokrasi mücadelesi ve uluslarası antifaşist, antiemperyalist mücadele ATİK şahsında kriminalize edilmeye çalışılmaktadır.‘ dedi.
Deniz Pektaş’ın 13 Kasım günü Almanya’ya iadesinin gerçekleştiğini belirten Gürcan davanın önemli bir dava olduğunu, tutukluluların bir kısmının ilk etapta ciddi bir izolasyona tabii tutulduğunu, ancak bu girişim gevşesede izolasyonun hala devam ettiğinii belirtti. Devrimci tutsakların Almanya’da bir suçlu gibi gösterilmeye çalışıldığını belirten UPOTUDAK temsilcisi, Almanya ve Türkiye arasındaki ekonomik, politik ve kurumsal ilişkilere dikkat çeken bir sunum gerçekleştirdi. İki devlet arasında süren ilişkilerin tarihçesi hakkında bilgi veren Gürcan Osmanlı Devletinden günümüze, Almanya’nın Anadolu ve Mezapotamya’da yaşanan birçok katliam, soykırım, hak gaspı ve baskılarda önemli rol oynadığını belirtti ve ekonomik olarak italat ve ihracaatta Türkiye’nin Alman sermayesi açısından önemli bir partneri olduğunu verilerle dile getirdi. Alman devleti açısından Türk devletinin stratejik bir ortak olduğunu dile getiren Süleyman Gürcan, mülteciler meselesinde Türkiye’ye tampon bölge görevi verildiğini ve son pazarlıkların bu konu üzerinden ceryan ettiğini, Merkel hükümetinin Erdoğan/Davutoğlu iktidarının faşist politikalarına gözyumduğunu ve son ziyareti ile birlikte bu ikiliye destek vererek iktidarda kalmalarını sağladıklarını vurguladı. Alman istihbaratının TKP/ML davasında en önemli dayanaklarından birinin Türk MİT’inin bilgileri olduğunu belirten ve bu bilgilerin inandırıcı olmadığını TC devletinin yaptığı katliamların bilançosuyla dile getiren Gürcan, göçmen kökenli devrimci ve ilericilerin 129 a/b yasasıyla baskı altına alınmak istendiğini belirtti. bu davada en dikkat çekici olan noktanın ATİK ve Türkiyeli devrimci yapıların Kobanê/Rojava noktasında ki dayanışmacı tutumlarının olduğunu dile getiren Gürcan, Türk Alman devletlerinin devrimci-demokratik kesimlerle Kürt ulusu arasına bir bariyer örmeye çalıştıklarını, dava iddanamesinde de bunu ‘PKK ile yakınlaşma’ adı altında telafuz ettiklerini söyledi.
ATİK’in buradaki politikalarının ve pratiklerinin Alman devletinin hoşuna gitmediğini belirten Gürcan, ırkçılığa, faşizme, sömürüye, antidemokratik yasa ve uygulamalara, islamofobiye karşı mücadele etiiği için, emperyalist poliitkalara karşı pratikte duruş sergilediği için Alman devletinin gözüne battığını vurguladı.
Süleyman Gürcan konuşmasında, baskılara boyun eğmeyeceklerini, tüm ilerici, dost ve devrimci kurumlarla ortak hareket ederek başta PKK ve DHKP-C yasakları olmak üzere göçmen ve devrimci kurumların krimiznalize edilmelerine karşı duracaklarını, siyasal ve pratik duruşlarından taviz vermeyeceklerini dile getirdi ve tüm kamuoyunu tutsakları sahiplenmeye ve davanın takipçisi olmaya çağırdı. Kobanê ve Rojava’yı sahiplenenlerin terörist olamayacağını dile getiren Gürcan, asıl teröristlerin Rojava’yı yok etmek isteyen DAİŞ ve destekçilerinin olduğunu dile getirdi.
‘129 a/b Davasında Mahkeme Adeta Bir Hükümet Sözcüsü’ ‘Davamızı mahkeme salonlarında değil sokakta kazanacağız’
Son olarak söz alan Müslüm Elma’nın Avukatı Stephan Kuhn, davanın hukuksal sürecine dair bilgilendirmelerde bulundu. 129 a/b yasasına ilişkin bilgi veren Kuhn, bu davanın Alman Hükümetinin onayıyla yapıldığını ve bir soru üzerine bu türden davalarda mahkemelerin adeta Hükümet sözcüsü biçiminde hareket ettiklerini dile getirdi. Bu durumda kuvvetler ayrılığı ilkesinin önemli derecede zaafa uğradığını belirten Kuhn, tarihsel olarak 129 a/b nin uygulanışı hakkında bilgiler verdi. Müslüm Elma’nın TKP/ML davasında “baş sorumlu” olarak yargılandığını belirten Avukat, Türkiye’de uzun süren bir hapis hayatı bulunduğunu, 80 darbesi sonrası Dyarbakır zindanlarında uzun dönem işkenceye maruz kaldığını ve ölüm orucu ve açlık grevi gibi eylemlerde de yer aldığını ve çeşitli hastalıklara yakalandığını dile getirerek, bu davada tüm yoğunlaşmasını ve gücünü savunmaya harcadığını dile getirdi. Bu davanın kapsam olarak RAF davası sonrası en büyük dava olduğunu ve tutsaklar üzerinde ki izolasyonun da bunun bir göstergesi olduğunu vurguladı. Avukat olarak dahi görüşmelerin ve yazışmaların ciddi bir şekilde denetimden geçtiğini belirten Stephan Kuhn, birtakım yazıların Hapishaneden geri gönderildiğini belirtti. İzolasyonun en önemli ayağının dil sorunu üzerinden geliştiğini belirten Kuhn, buna rağmen motivasyon olarak güçlü olduğuna değindi. Müslüm Elma’nın kitleye selamını ileten Kuhn devamında; ‘Onun bir sözüni sizlerle paylaşmak isterim. ‘Davamız mahkeme salonlarında değil, sokakta kazanılır’. Sanırım onunda bu davadan adil bir yargılama beklentisi yok. Ancak hayatı boyunca kendisine bu rehber edindiğini görebiliyor insan‘ dedi.
Kurumlar: ‘ATİK ile Dayanışıyoruz!’
AGİF adına konuşma yapan bir temsilci, ATİK’e yönelik gelişen saldırılarda yanında olduklarını ve bunu aldıkları merkezi bir kararla sokakta uygulamaya devam edeceklerini belirtti ve saldırıların ATİK ile sınırlı olmadığını, kendilerininde bir kovuşturmanın içine çikilmeye çalışıldığını belirtti.
Rote Hilfe adına konuşan bir temsilci, birlikte mücadelenin etkinliğe yansıdığını belirtti. Bu birlikteliğin önemine dikkat çeken temsilci kendilerinin de davayı yakından takip ettiklerini ve dava süresince tüm antidemokratik uygulamalara sokakta karşı duracaklarını ve tutsaklarla mektuplaşmanın önemini vurguladı.
Verilen mola sonrasında görüş ve bilgilerini paylaşan katılımcıların sordukları soruların panelistlerce cevaplandı. Son olarak bir konuşma yapan Halkevi Başkanı İbrahim Esen, Halkevi’nin 50. yılı içinde olduklarını, tarih boyunca haksızlıklara karşı duran Halkevi’nin de bu davanın bir takipçisi olacağını dile getirdi ve etkinliğe katılanlara teşekkür etti.
‘Ortaklaşılan Mücadelenin bir Sonucu’
Haftalardır hazırlık çalışması yapılan etkinliğe dair hazırlık komitesinde yer alan ve AHM’ye düşüncelerini aktaran Ufuk Berdan, yerli ve göçmen kurumlarla birlikte birkaç defa hazılrık toplantısı gerçekleştirdiklerini, kurulan ilişkilerin aylarca süren pratik mücadele içinde bu etkinliğe yansıdığını söyledi. Frankfurt’ta gerçekleşen PEGİDA, NPD ve AfD gibi ırkçı/faşist yapılara karşı mücadelede, Mültecilerin sahiplenildiği tüm etkinliklerde, Türkiye ve Kürdistan’da ki tüm gelişmeler karşısında ortak tavırın takınılmasının olumlu bir durum olduğunu, eksiklikler olsada esasta ortak duruşun bir gelişim kaydettiğini belirtti. Son olarak Berdan davayı takip etmeye, başta demokratik kamuoyu olmak üzere herkesin davanın takipçisi olması için tüm olanakları kullanacaklarına devam edeceklerini belirtti. Müslüm Elma’nın sözünün çok önemli olduğunu belirten Berdan, sokak mücadelesinin belirleyici olduğunu dile getirdi.
Panelde etkinliğe destek veren ATİF, AGİF, ADHF, ADEF, Nav Dem, 8 Mayıs Platformu, MLPD Ren/Main Bölgesi, DKP Frankfurt, YDG Hessen, Yeni Kadın Hessen, SDAJ Frankfurt, Üçüncü Sıra için Eylembirliği, Antifa Siempre-Frankfurt, YXK Frankfurt’a teşekkür edildi ve panel sonlandırıldı.