Haber Merkezi | 13.03.2020 | 19 Şubat 2020 tarihinde Almanya’nın Hessen Eyaletine bağlı Hanau şehrinde bulunan iki ayrı nargile kafeye düzenlenen saldırıda 9 göçmen genç, faşist Tobi as Ratje isimli şahıs tarafından katledildi.
Katliam sonrası annesini öldüren Ratje’ nin intihar mı ettiği, yoksa saldırıyı birlikte düzenlediği şüphesiyle gözaltına alınan babası tarafından mı öldürüldüğü sorusu hala netleşmiş değil. Ratje’nin katliama tek başına mı karar verdiği faşist bir örgüt adına mı yaptığı sorularının yanıtı süreç içinde açığa çıkacaktır.
Hep aynı senaryo!
Almanya’daki katliamları gerçekleştiren ırkçılardan sağ yakalananların tümü verdikleri ifadelerde cinayetleri “tek başlarına” işlediklerini söylemekteler. Ölü olarak ele geçirenler “adına” ise gerici Alman basını ve politikacıları konuşmakta ve katliamları yapanların “eylemi tek başına yaptıkları” propaganda edilmektedir.
Bu da yetmezmiş gibi cinayet işleyenler, katliamları yapanlar “ruhsal ve psikolojik sorunları olan” kişiler olarak lanse edilerek saldırılar bilinçli olarak bireyselleştirilmekte, bu katillerin bağlı oldukları faşist örgütlenmeler gizlenmektedir.
Hanau’ daki katliamdan sonra olayın yaşandığı bölgeye gelen Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı, Belediye Başkanı, Başbakan ve diğer tüm devlet yetkilileri, ardarda yaptıkları konuşmalarda genel olarak kimsenin reddedemeyeceği şeyler söylemelerine rağmen yine olay bireyselleştirilerek, Almanya’daki ırkçı-faşist örgütlemelerin yasaklanması gerektiğine dair bir cümle dahi kuramadılar. Katliamla ilgili insani mesajların verilmesi elbette anlaşılırdır. Ama sorun bu cinayetlerin kökeninin doğru olarak tespit edilmesi ve ırkçı-faşist parti ve grupların yasaklanacağını dile getirmektir. Ne yazı ki, hiçbir katliam sonrası ırkçı partilerin yasaklanacağı dile getirilememiştir.
Hanau’daki katliam ilk değil!
Almanya’da ırkçı-faşist saldırılar giderek artmaktadır. Alman istihbarat servislerinin kendi yıllık açıklamalarında açık olarak dile getirildiği gibi kundaklama, yaralama, öldürme olaylarında artış olduğu, ırkçı-faşist örgütlerin giderek çoğaldığı, tehlikeli bir boyuta geldiği söylenmesine rağmen hiçbir işlem yapılmamaktadır.
1989’dan bu yana Almanya’daki ırkçı-faşist hareketler hızla yükselişe geçti. İki Almanya’nın birleşmesinden sonra Neo-Nazi hareketi sokak eylemlerini giderek artırdı. Irkçı-faşist örgütler, düzenli olarak sokak eylemleri yaparak, açıktan Hitler selamı vererek, Nazi bayrakları taşıyarak “Almanya Almanlarındır, yabacılar dışarı” sloganları atarak kendilerini meşrulaştıramaya başladılar. Almanya Kriminal Dairesi’ nin yaptığı açıklamada 1983-1993 yılları arasında 40’ ı ölümle sonuçlanan 13.577 saldırı düzenlenmiştir. Dönemin en akılda kalan katliamları ise 1992 yılında Mölln şehrinde Aslan ailesinin evinin kundaklanması eylemidir. Evin yakılması sonucu ikisi çocuk 3 kişi hayatını kaybetmiştir. 29 Mayıs 1993’te ise Solingen şehrinde Genç ailesine ait evin Neo-Naziler tarafından ateşe verilmesiyle ikisi çocuk olmak üzere 5 kişi yakılarak katledildi. Bu katliamı gerçekleştiren Felix K. isimli şahıs hala bulunamamıştır!
Alman devletinin ırkçı-faşist örgüt ve partilere karşı belirlenmiş resmi bir devlet politikası yoktur. Cinayet ve katliamlar yaşandıktan sonra başbakan, cumhurbaşkanı ve istihbarat örgütü şefleri, “Irkçılığın kesinlikle kabul edilemeyeceği, ırkçılığa karşı mücadelenin vazgeçilemez olduğu” vb. laflar ettikten sonra dosyalar kapanmakta ve bir sonraki katliam gerçekleşene kadar olaylar birbirinin tekrarı olarak devam etmektedir. Bu da Alman devletinin sağ gözünün kör olduğunu net olarak ortaya koymaktadır.
2016 yılında 22 bin ırkçının tespit edilirken ve 1.600 ırkçı saldırı gerçekleşirken, 2017 yılında ise Alman gizli servisinin yayınladığı yıllık rapora göre Almanya’da 25 bin 250 Neo-Nazi olduğu ve aynı yıl içinde 1.054 ırkçı eylemin gerçekleştiği açıklandı.
2018 yılında Sol Parti Milletvekili Petra Pau’nun soru önergesine dönemin içişleri bakanının verdiği cevapta 2018 yılının ilk 9 ayında 12 bin 613 saldırı gerçekleştiği ve bu saldırılarda 886 kişinin yaralandığı belirtilmiştir. 2019 yılında Almanya’nın Halle şehrinde bir sinagoga yapılan saldırıyı önceden fark edenler sinagogun kapılarını kapatarak katliamın önüne geçmişler, saldırgan bunun üzerine karşıda bulunan dönerci dükkanındaki iki kişiyi katlederek, polisle girdiği silahlı çatışmada yaralı ele geçmiştir. Saldırıyı yapan Stephan Balliet de her ırkçı gibi “tek olduğunu” söyleyerek olayın üstünü kapattı.
Almanya’daki yeni Naziler sadece göçmenlere, İslam ve diğer inanç kesimlerine karşı bir duruş sergilemiyorlar. Faşist grup ve partiler, kendi içlerindeki muhalif politikacılara, ilerici ve devrimcilere karşı da zaman zaman saldırılar düzenleyerek ölüm tehditleri savuruyorlar.
2 Haziran 2019 tarihinde Almanya’nın Kassel şehri Valisi Walter Lübecker’in bir Neo-Nazi tarafından öldürülmesi bu eylemlerden biridir. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisi üyesi olan Kassel şehri Valisi Walter Lübecker, göçmenlere yönelik insancıl politikaların uygulanmasından yana biri olduğu için, onunla aynı düşünceyi savunan diğer politikacılara ve çevrelere gözdağı vermek için bu cinayet işlenmiştir. Cinayeti işleyen Stephan Ernst, faşist NSU grubu üyesi olan ve polis tarafından bilinen birisi olmasına rağmen serbest dolaşabilmiştir.
Polis cinayeti işlemeden önce de birçok eyleme katılan, göçmen yurtlarını yakmaktan mahkum olan, Dortmunt şehrinde 1 Mayıs yürüyüşüne saldıran, adı NSU davasında geçen bu şahısla ilgili işlem yapmazken, cinayeti işledikten sonra yakalanmasını bir başarı gibi göstermekten de çekinmemiştir.
Ne zaman faşist örgütlenme ve saldırılar gündeme gelse Alman polisi olayın üstünü örtmüştür! Almanya’daki istihbarat örgütlerinin hemen hemen hepsinin Neo-Nazi (yeni Hitlerciler) olarak bilinen faşist örgüt ve partilerle ilişkisi olmuştur. Bu örgütler, yeri geldiğinde kullanılmış, yeri geldiğinde göçmenler üzerinde birer tehdit unsurları olarak sahaya sürülerek politik faaliyetleri ve örgütlenmelerinin önü kesilmeye çalışılmıştır.
Bu artık gizlenemez bir gerçektir. Alman televizyon kanallarında defalarca tartışılan bu konuyla ilgili, polis şefleri ve politikacılar da var olan ilişkiyi kabul etmelerine rağmen, bu ilişkilerin kopartılmasına bir türlü yanaşılmamaktadır.
Sadece bir iki örnek dahi bu gerçeği ortaya koymaya yetmektedir. Örneğin faşist NDP’nin kapatılması için birçok çevrenin Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurusu, “bu partiyi yönetenlerin çoğunun istihbarat örgütü mensubu’’ olduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
Keza, 8’i Türkiyeli 9 göçmeni ve bir Alman polisini katleden NSU davasının birçok duruşmasında bu faşist grupla Alman polisinin ilişkisi ortaya çıkmasına rağmen her defasında bu ilişkinin üstü örtülerek, cinayetler sadece üç kişinin tek başlarına yaptığı bir olay gibi gösterildi. Davanın birçok şahidi ölü olarak bulunmuş, yargılanan 6 kişiden 5’ i serbest kalırken, sadece Beate Zchhaepe ömür boyu hapse çarpıtılarak dava bitirilmiştir.
Irkçılık=Faşizm!
Irklığın tarihi oldukça gerilere kadar gitse de, bir ideoloji olarak faşizmin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte ırkçılık da faşizmle birlikte anılmaya başlamıştır. Faşizm, emperyalizmin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte onun ideolojik olarak en yüksek ve açık diktatörlük biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Bir devlet biçimi olan faşizm, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında İtalya ve 1933’de Almanya’ da iş başına gelmesini takip eden II. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında ve şimdilerde olmak üzere milyonlarca insanın canına mal olmuştur.
Faşizm elbette tesadüfi bir olay değildir. Onu anlamak, sınıfsal özünü ortaya çıkarmak önemlidir. Sınıf savaşımın her aşamasında; köle sahipleri, feodal zorbalar ve burjuvazi kendi zorunu uygulamış ve ezilenleri yok etmek istemiştir. Bu baskı ve yok etme biçimleri, faşizm olarak adlandırılmamaktadır. Faşizmin tarihsel olarak ortaya çıkışını emperyalizmden ayrı olarak izah etmek, öncesinde aramak yanlıştır. Faşizm, proleter devrimler çağında, başta işçi sınıfı olmak üzere, onun öncüsüne, köylüğe ve toplumun diğer katmanları için bir karşı devrimdir. “Varoluşu rastlantı değildir. Emperyalizmin özünden fışkırmıştır. Tekelci sermaye faşizmle, kendine kapitalizmin bunalımından bir ‘çıkış yolu’ aramıştır. Bu gerçek, tekelci kapitalizmin ekonomisinde yatmaktadır; emperyalizmin hertürlü politik ve ideolojik görüntüleri son tahlilde bu ekonomiyle açıklanır. Faşizmin sınıfsal niteliğini belirleyen kökleri işte bu toplumsal ve ekonomik temelde yatmaktadır.’’ (Komünist Enternasyonalde Faşizm Tahlili, s.151)
Faşizmi ve ırkçılığı bu temel siyasal değerlendirmeden ayrı tutamayız. Irkçılıktan söz ettiğimiz yerde faşist bir parti, grup ve nihayetinde karşı devrimci bir ideolojiden söz ediyoruz demektir. Emperyalist ve kapitalist ülkelerde, burjuva demokrasisi görecelidir. Sonsuz ve sınırı olmayan bir burjuva demokrasisi yoktur. Ekonomik krizin yönetememe krizine evrilmesi veya savaş dönemlerinde burjuva demokrasi rafa kalkar, faşizm gündeme gelir.
Tekelci burjuvazinin en gerici, en şoven kesimi iş başına gelir ve faşizmi uygular. Hitler’in 1933 yılında iş başına gelmesi ve 1945 yılına kadar Almanya’da faşist bir diktatörlüğün uygulanması tam da böyle olmuştur.Almanya’da faşist-ırkçı tüm örgütlenmeler, Alman tekelci burjuvazisinin yedekte tuttuğu bir güçtür. Bu yedek güç, tekelci burjuvazinin savaş ve iç bir ekonomik ve politik kriz döneminde ülkeyi demokratik bir şekilde yönetemediği zamanlarda harekete geçireceği bir güçtür. AfD’nin 3-5 yıl içinde bu kadar güçlenmesi ve 90 milletvekiliyle parlamentoda yer alması tesadüfi değildir. AfD, geleceğin yeni Hitler partisi olarak Alman Tekelci Burjuvazi tarafından hazırlanmaktadır.
Almanya’da faşist hareket, parlamentoda temsil edilmektedir!
Almanya’daki faşist hareketi ikiye ayırmak gerekir. Faşist örgütlenmenin bir ayağını yer altı faşist örgütleri ve partiler oluştururken, bir ayağını da legal partiler oluşturmaktadır. 6 Şubat 2013 tarihinde kurulan AfD (Almanya İçin Alternatif Partisi) bu legal partilerden biridir. Kurucuları arasında, iş insanları, muhafazakar politikacılar, eski polis şefleri ve ekonomistler bulunuyor. “Franfurter Allgemeine” gazetesinin eski editörlerinden Kondrad Adam, Hamburg Üniversitesi iktisat profesörlerinden Bernd Luce, Alman Sanayi ve Ticaret Odaları (BD) eski Başkanı Olaf Henkel AfD’nin kurucuları arasında. Keza, 2018 tarihinde görevden alınan İstihbarat Başkanı Hans Georg Maasssen’nin de AfD’ye yakın bir isim olduğu ve dönemin AfD Başkanı Frauke Petry’i çağırıp “izlendiklerini” belirterek “buna göre davranın” dediği bilinmektedir.
AfD, Eylül 2017 tarihinde Almanya’ da yapılan genel seçimden üçüncü büyük parti olarak çıktı. 2017 genel seçimlerinde oyların % 12.6’sını alarak Almanya Federal Parlamentosu’na 94 milletvekili gönderdi. AfD, taban olarak giderek büyümekte, iç politikada yer yer belirleyici hatta sürükleyici olmaktadır.
Thüringen seçimlerinde CDU ve FPD ile yaptığı gizli pazarlık sonucu, Eyalet Parlamentosu’nda sadece 5 Milletvekili bulunan FPD adayını başbakan seçtirilmesi en bariz gelişmelerden biri olarak hala tartışılmaktadır.
Irkçılıkla mücadele doğru yapılmalıdır…
Sadece Almanya’da değil Avrupa genelinde de ırkçı-faşist partiler giderek güçlenmektedir. Birçok Avrupa ülkesinde ırkçı-faşist partiler ya hükümet ya da koalisyon hükümetlerinde yer almaktadırlar.
Almanya’da da ırkçılıkla mücadele faşist ideolojiyle mücadeleden ayrı değildir. Irkçılık =faşizm şeklinde ele alınarak karşı mücadele geliştirilmelidir. Bundan kopartılan bir mücadele, hedefinden sapmış demektir. Evet, bugün Almanya’da faşist bir düzenden söz edemeyiz. Ancak bu, Almanya’da faşistlerin ve örgütlerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Sorun sadece göçmenler değil, devrimciler ve ilericiler de faşistlerin hedefleri arasındadır. Almanya’da ırkçı-faşist parti ve grupların kendilerine taban buldukları zemin göçmenler, İslami kesim ve Yahudilerdir. İşsizlik, ekonomik kriz, konut sorunu, sağlık sorunun nedeni bu kesimlermiş gibi gösterilerek toplumuna seslenen faşist partiler, rahatlıkla taban bulmaktadırlar. AfD’nin 90 milletvekili ile parlamentoya girmesi başka neyle açıklanabilir ki?
Almanya’da faşist örgütlenmelerin marjinal parti ve gruplar olduğunu söylemek ise sorunu küçümsemektir. Tam tersine faşist hareket, hem kitle tabanı açısından hem silahlı bir güç haline gelmesi bakımından oldukça tehlikeli bir yerde durmaktadır. Yakalanan en küçük faşist bir grupta bile yüzlerce silah ve askeri malzeme bulunduğu düşünüldüğünde sorunun geldiği tehlikeli boyutu anlamak mümkündür.
Faşist parti ve gruplar artık sadece göçmenleri hedef göstermiyorlar. Liberal politikacılara, ilerici insanlara, devrimci ve demokrat politikacılara, devrimcilere her gün ölüm tehditleri yapılmakta, evleri kurşunlanmakta, saldırıya uğramaktadırlar.
Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde faşist parti ve örgütlere karşı ortak direniş mevzileri yaratılmalıdır. Sorun göçmenleri de aşarak, tüm toplumu ilgilendiren bir boyuta gelmiş bulunuyor. Bunu görerek ortak bir mücadele hattı geliştirilmeden faşist parti ve gruplar geriletilemez.
Kaynak: Avrupa